MEHTER
VE MEHTERHÂNE
Osmanlı Devleti’nde; hazerde (sulhde) askerî ruhu canlı
tutmak, seferde askerin cesaretini arttırıp düşmana korku vermek için kurulan
askeri mızıka teşkilâtı. Mehter kelimesi pek ulu mânâsına olup, çoğulu
mehterhândır. Bütün İslâm devletlerinde hükümdarlık alâmetlerinden biri olan
tablhâne (mehterhane), Osmanlı Devleti’ne Türkiye Selçuklu Devleti’nden geçti.
Selçuklu sultânı üçüncü Alâeddîn Keykûbât, Osman Gâzi’ye 1299’da beylik alâmeti
olarak sancak ile beraber davul vs. de göndermişti. Osmanlı Devleti’nin
istiklâlinin başlangıcı da kabul edilen bu târihten itibaren nevbet vurulurken
(çalınırken) Fâtih Sultan Mehmed Han’a kadar bütün pâdişâhlar, Selçuklu
hükümdarına hürmeten ayağa kalkarlardı. Fâtih Sultan Mehmed Han; “İki yüz yıl evvel
vefât etmiş bir pâdişâha ayağa kalkmak lüzumsuzdur” diyerek, mehter çalınırken
ayağa kalkma âdetini kaldırdı.
Mehter takımı her gün pâdişâhın bulunduğu yerde; yâni
pâdişâh seferde ise çadırın önünde, değilse saraydaki muayyen yerinde ikindi
namazından sonra nevbet vururdu. Bundan başka yatsı namazından sonra üç fasıl
mehter çalınıp pâdişâha duâ edilir, sabaha karşı dîvân halkını namaza kaldırmak
için yeniden nevbet vurulurdu. Ayrıca, Yedikule, Eyyûb, Kasımpaşa, Galata,
Tophane, Beşiktaş, Anadoluhisarı, Üsküdar ve Kızkulesi’nde aynı saatlerde
mehterhane çalınırdı. Buralarda vazife gören mehterlerin mevcudu bin kadardı.
Devlet merkezinin dışındaki kalelerde de muayyen vakitlerde mehterhane çalardı.
Ayrıca sadrâzamların, derya kaptanlarının, vezirlerin, beylerbeyilerin mehter
takımları bulunurdu. Bilhassa sefer zamanlarında askeri coşturmak ve düşmanın
maneviyâtını bozmak hususunda mehterlerin büyük hizmeti ve faydası görüldü.
Hükümdâra mahsus mehterhane on iki katlı, yâni her âletten
on iki tane çalınırdı. Diğerleri ise, çalındığı yerin seviyesine göre yedi
katlı veya dokuz katlı olurdu. Pâdişâh sefere giderse, mehter takımı iki
misline çıkarılırdı. Kösler yalnız pâdişâhların mehterhanelerinde bulunur,
sadrâzam ve şâir vezirlere âid mehterlerde bulunmazdı. Hükümdâr sefere gittiği
zaman, pâdişâh mehterhânesi saltanat sancaklarının altında durup çalınırdı.
Sefer esnasında önce pâdişâhın, yoksa serdârın mehterhanesi ve sonra üç tuğlu
paşaların yâni vezirlerin, daha sonra ikişer tuğluların (beylerbeyilerin) mehterhânelerinin
çalınmaları kânundu. Muhârebe zamanında düşmana yaklaşıldığı zaman mehterin
sesi arttırılır, bu sırada davul çalanlar “Yekdir Allah yek” diye bağırırlardı.
Mehterhane emîr-i alem’e bağlı olup, pâdişâha mahsus
mehterhaneyi idare eden zâta mehterbaşı denirdi. Kendisi aynı zamanda
İstanbul’da bulunan bütün mehterlerin âmiri idi. Ayrıca her cins çalgıyı
çalanların bir başı vardı ki, onlar da çalgılarına
göre sertabbâl(davulcubaşı), sernefirî (borucubaşı), sernakkarezen, serzurnazen,
serzinciri (zilcibaşı), serkösî diye anılırlardı. Mehterlerin
başlıca usûl ve makamları; ahlâtî, halilevî, kalenderî, peşrev, türkî, sakil,
çenber, küçük hafif, büyük hafif, nakış, revânî, def usûlü, yarım ahlâtî,
perişan, değişme, kısmı sakil, murabba, devri hindî, kara batak, ezgi, sofiyen,
semaî, çengi harbî, zammı devir ve saf idi.
Mûtâd zamanları dışında; pâdişâh cülûslarında, kılıç
alaylarında, zafer haberi geldiği zamanlarda, arife dîvânlarında, düğünlerde,
şehzâde ve sultânın doğumu gibi hâllerde mehterhanelerin nevbet vurması
kânundu.
Mehter nevbet vuracağı zaman mehter taktmı hilâl şeklini
alır, nakkarazenler oturup diğerleri ayakta dururdu. Kösler hilâlin orta
ilerisine yerleştirilirdi. İç oğlan başçavuşu mehter faslı başlamadan önce
dâireden çıkarak ortaya gelir ve; “Vakt-i sürür u sefa, mehterbaşı ağa! Hey!
Hey!” diye bağırırdı. Bu sırada hâzır bulunanların dikkatlerini çekmek için
nakkarelerle sofyan usûlünde üç tempo atılırdı. Nakkareler çalarken de
mehterbaşı ağa mehterin önüne gelir;
“Merhaba ey mehterân!” diyerek mehteri selâmlardı. Mehterân
da hep beraber koro hâlinde; “Merhaba, mehterbaşı ağa!” diyerek karşılık
verirlerdi. Daha sonra mehterbaşı ağa;
“Hasduuur!” diyerek çalınacak marşın adını söylerdi. (Meselâ
Cihâd-ı ekber marşı gibi). Hemen arkasından; “Haydi yâ Allah!” diyerek mehteri
icraya geçirirdi. Nevbet bitince mehter gülbankı (duâsı) okunur ve fasl sona
ererdi.
Mehterin kendine has bir yürüyüşü olup, üç adımda bir durur,
yarım sağa ve yarım sola dönerdi. Yürüyüş esnasında mehter efradı, hep bir ağızdan;
“Rahîm Allah, kerîm Allah” derlerdi.
Mehter takımının yürüyüş nizâmında merasime iştiraki şu
sıraya göre tertib edilirdi: önde çorbacıbaşı ünvânını taşıyan ve başında üsküf
bulunan mehterân bölüğü komutanı, onun arkasında sol tarafta zırhlı muhafızı
ile birlikte yeşil sancak, ortada İstiklâl alâmeti olan ak sancak, başta ise
zırhlı muhafızı ile birlikte kırmızı sancak bulunurdu. Sancakların arkasında
ise, üçerli koldan üç sıra hâlinde dizilmiş dokuz tuğ gelirdi. Sağ tarafta
kırmızı sancağın arkasında ise, yeniçeriler tarafından taşman hücum tuğu yer
alırdı. Tuğlardan sonra ortada mehterbaşı bulunurdu. Mehterbaşından sonra ise,
sıra ile; mehterin iki katı adedince cevgenler (okuyucular), zurnazenler,
boruzenler, nakkareler, zilzenler ve davul çalanlar gelmekteydi. En arkada ise,
bir at sırtında taşınan kös bulunmaktaydı.
Mehter Harp Duâsı (Harp Gülbankı): Eûzübillâh, Eûzübillâh...
Hûda’ya şükr-i bîhad, lâilâhe illallah! El-Melikü’l-Hakk-ul-mübîn!
Muhammed-ür-Resûlullah, Sâdık-ül-Va’dül emîn! İnnâ Fetahnâ leke fethan mübînâ
ve yensurekallâhu nasran azîzâ! Ey pâdişâh-ı halîfetullah, el-İslâmu aleyke
avnullah! Sensin harîs-i dîn-i mübîn, harîs-i Şerîatullah! Uğrun açık olsun ey
Pâdişâhım! Emr-i ikbâlin mecid! Hüdâ kılıcını keskin eylesin, nûr-ı şan satvetine
gün gibi medîd! Rûh-ı pâk-ı Fahr-i âlemi hoşnûd etsin, Hak gazâ-yı ekberin
etsin mübarek ve saîd...
Takımın içinden evvelce seçilmiş dik ve güzel sesli biri tîz
perdeden Eûzü besmele çekip; “Nasrunminallahi ve fethün karib. Ve
beşşir-il-mü’minîn” âyet-i kerîmesini okur. Üç defa “Allah” diyecek kadar
dururdu. Sonra bütün âletlerle beraber davullar ve kösler hafif vurarak ve
devamlı teramole yaptığı sırada hep bir ağızdan “Allah Allah” deyince susarlar,
gülbank devam ederdi.
“Eli kan, kılıcı kan, sînesi üryan, ciğeri püryân. Meydan-ı
şehâdette Allah yoluna revân, Gazâ-yı şühedâya Cemâl-i Hak görünür âyân.
Kahrımız, gazâbımız düşmana ziyan! Yâ Rahman” denilerek, eyyâm-ı âdiye
gülbankındaki Resûl-i enbiyâ kısmı; “Allah Allah, Celîl-ül-cebbâr,
Muîn-üs-settâr, Hâlik-ül-leyl ven-nehâr, Lâyezâl, Zülcelâl, birdir Allah! Ânın
birliğine, Resûl-i enbiyâ peygamberimiz cenâb-ı Ahmed ü Mahmûd-u Muhammed
Mustafâ âl-i evlâd-ı Resûl-i müctebâ imdâd-ı rûhâniyetine pîrân, mürşidin,
âşikîn, kur’âgerîn, vâsilîn, hamele-i Kur’ân, güzeştegân, ehl-i îmân ervahına,
avn ü inayetine! Halîfet-ül-İslâm es-sultân İbni’s-sultân bilcümle İslâm’ın
nevât ye saâdet ve selâmetine, pîrler, erenler, üçler, yediler, kırklar,
göçenler demine devrânına hû diyelim hû” şeklinde okunduktan sonra bütün mehter
takımı, davul ve zilleri şiddetli vurarak dokuz defa “Hû” derlerdi. Sonra da üç
defa kös vururlardı.
Bunun arkasından bâzan; “Yekdir Allah” bâzan da; “Yâ
Fettâh!” diye haykırırlar ve baş eğerek geriye dönüp dağılırlardı.
Yüzyıllar boyunca Osmanlı askerini coşturup, düşmana korku
veren mehterhane, 15 Haziran 1826’da yeniçeri ve diğer kapıkulu ocaklarıyla
beraber ikinci Mahmûd Han tarafından ilga edildi. Mehterhanenin önemine binâen
yerine Mızıka-yı hümâyûn isminde askerî mızıka teşkilâtı kuruldu.
Ahmed Muhtar Paşa ve Celâl Esat (Arseven), mehteri yeniden
canlandırmak gayesiyle 1911’de yeni bir takım kurdular. Bu takım 1914 yılında
teşkilâtlandırılarak, mehterhâne-i hâkânî adını aldı. Mehterhâne-i
hâkânînin kurulduğu, Birinci Dünyâ harbinde orduya tamîm edildi. İstiklâl
harbinde de hizmet verdi. Cumhuriyetin ilânından sonra Millî savunma bakanı,
mehteri saltanat alâmeti sayarak lağvetti.
Kaynakça
1) Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilâtı; sh. 273, 449
2) Rehber Ansiklopedisi, cild-11, sh. 335
3) Osmanlı Târih Deyimleri ve Terimleri: cild-2, sh.
444
4) Büyük Türkiye Târihi; cild-8, sh. 58, 324
5) Hayat Târih mecmuası (sene-1966, sayı-11); sh. 38
ConversionConversion EmoticonEmoticon