MEKTEB-İ
HARBİYYE-İ ŞÂHÂNE (Harb Okulu)
Osmanlı ordusuna kara subayı yetiştiren okul. Osmanlı
Devleti’nde asker ihtiyâcı tımarlı sipahiler hâricinde, devşirme usûlü ile
karşılanıyordu. Devşirme ocağına alınan ve kendilerine acemi oğlanı denilen
çocuklar önce bir Türk köylü ailesinin yanına veriliyordu. Burada Türkçe
öğreniyor, İslâm dîninin ve Türk terbiyesinin icâplarına göre
yetiştiriliyorlardı. Sonra acemi oğlanların kışlalarında askerî terbiyeleri
başlıyordu. Burada sağlam ahlâk ve disiplinle en modern askerî bilgileri
alıyorlardı. Neticede, yeniçeri neferi adını almaya hak kazanıyorlardı.
Görüldüğü gibi, Osmanlı Devleti’nde ayrıca subay yetiştiren bir okul
bulunmuyordu. Ocakta ve savaşlarda istidâd ve kabiliyetli kimseler
gösterdikleri başarılara göre yükselmek suretiyle yayabaşı, bölükbaşı, baş
karakollukçu, baştüfekçi, tüfenkcibaşı, avcıbaşı, tâlimhânecibaşı,
zenberekçibaşı, baş bölükbaşı, peykbaşı, asesbaşı, başyayabaşı, muhzırbaşı,
başçavuş, başhaseki, solakbaşı, zağarcıbaşı, samsoncu başı, turnacı başı,
yeniçeri kâtibi, sekbanbaşı ve nihayet yeniçeri ağası olurlardı.
Bugünkü subaydan genârele kadar rütbe karşılıkları olan bu
görevlerde bulunanlar, ancak başarıları karşılığında yükselebilirlerdi.
Yeniçeri ağası, pâdişâh tarafından seçilirdi. Âmiri sadrâzamdır. Sadrâzamla
yeniçeri ağası arasında başka bir kumanda, kademesi yoktu.
Ayrıca devşirmelerden; iyi aile mensupları, uzun boylu,
yakışıklı, terbiyeli olanlar, yüksek devlet adamlarının çocukları ve zekâ
seviyesi yüksek Türk çocukları pâdişâh irâdesi ile Enderûn-ı hümâyûna alınarak,
buradaki mekteb-i enderûnda tâlim ve terbiye görürlerdi. Bir nevî saray
üniversitesi de denilen bu mektepten çıkanlar san’atkâr olsun, subay olsun
parlak istikbâle namzettiler. Bunlar arasından pek çoğu sadrâzam, vezir, beylerbeyi
ve sancakbeyi olmuştur.
On yedinci asrın sonlarına kadar dünyânın birinci devleti,
dünyâ siyâsetine yön veren, karada ve denizde büyük bir güce sâhib olan Osmanlı
Devleti’ni askerî sahada daha ileri sistemler ve usûller bulmaya sevkedici ve
zorlayıcı sebebler yoktu. Bu sebeble Osmanlı Devleti, asker ve subayını mevcûd
teknik usûllerle yetiştirmekte devam ediyordu.
Bu sırada Avrupa’nın durumu tamamen farklı idi. Karşılarında
İslâmiyet’in en kuvvetli temsilcisi güçlü bir Osmanlı Devleti vardı. Osmanlı’nın
fetihlerini ve İslâmiyet’in yayılışını durdurmak için çok çalışan bir Avrupa
görülüyordu. Avrupanın harbler ve ticâret münâsebetiyle uzun zamandan beri
İslâm memleketlerini tanıyarak buralardaki ilmî faaliyetlerden faydalanıp
Rönesans hareketini başlattılar. İlim ve teknikte büyük adımlar attılar. Ayrıca
Osmanlıların Akdeniz hâkimiyetini ellerine geçirmesiyle, doğunun
zenginliklerinden istifâde edemediler. Atlas okyanusundan doğuya ulaşmak için
yollar aradılar ve sonunda vardılar. Bu sırada pek çok coğrafî keşifler
yaptılar.
Gerek Rönesans ve gerekse coğrafî keşifler ile elde
ettikleri bilgi ve tecrübeleri askerî sahada tatbîk ettiler. Bu bilgileri daha
sistemli bir hâle getirmek için askerî okullar açtılar. Buralarda modern
bilgilere sâhib subaylar ve diğer askerî personeli yetiştirdiler. Bu okullardan
yetişen subayların muhârebelerin kazanılmasında büyük rolü oldu.
Osmanlı Devleti’nin, Avrupa’daki bu gelişmelerden
faydalanarak askerî teşkilâtında düzenleme yapma ihtiyâcını hissetmemesi, 1683
Viyana bozgununa kadar sürdü. Bu târihde devlet yine dünyânın birinci
devletiydi. Bundan sonra 1770’lere kadar bir asır boyunca esas işi elindekini
muhafaza etmekten ibaret oldu.
Her mağlûbiyet, yeni düzenlemeler yapılmasını ve tedbirler
alınmasını istediğinden, Viyana mağlûbiyeti ile de orduda aynı durumlar bahis
mevzuu oldu. Bununla beraber, bozulmuş olan yeniçerilerden çekinildiği için,
orduda yeni bir düzenlemeye hemen gidilemedi. Bununla birlikte orduda ıslâhat
yapılmasına kesin olarak inanılmıştı.
Ancak üçüncü Ahmed zamanında askerî teknik bilgiler ve
bunların öğretildiği okullar açıldı. Orduda modern tarzda askerî eğitim 1728’de
humbaracı (topçu) sınıfında başladı. 1734’de birinci Mahmûd zamanında istihkâm
(lağımcı) subayı yetiştirmek için Üsküdar’da Mühendishâne-i hümâyûn (Askerî
teknik okul) açıldı. Burada uzun müddet askerî mühendis yetiştirildi. Mekteb,
1759’da üçüncü Mustafa zamanında Karaağaç’a nakledildi. Sultan üçüncü Mustafa,
Mühendishâneyi, Mühendishâne-i bahr-i hümâyûn ile Mühendishâne-i berr-i hümâyûn
olmak üzere iki kısma ayırdı. Mühendishâne-i bahri hümâyûn bir deniz harb okulu
olduğu hâlde, Mühendishâne-i berr-i hümâyûn bugünkü kara harb okulu olmayıp,
Askerî teknik üniversite idi ve bugünkü teknik üniversitenin çekirdeğini teşkil
ediyordu. Burada yalnız istihkâm, topçu ve haritacı subay yetişiyordu. Ordunun
esâsını teşkil eden süvari ve piyade subayları eskisi gibi kışla tâlimi ile
yetişiyordu. Ancak bu okul, ileride açılacak olan kara harb okuluna bir
başlangıç teşkil ediyordu.
Askeriyede bu kısmî düzenleme devam ederken, 1768’de
Osmanlı-Rus harbi başladı. Ruslar Çeşme’de Osmanlı donanmasını yaktı. 1774’de
Kaynarca andlaşması ile Osmanlı mağlûbiyeti tescil edilmiş oldu. Böylece
Osmanlı Devleti birinci devlet olma vasıflarını kaybetti.
Arka arkaya gelen mağlûbiyetler devletin yeni askerî
bilgilerle mücehhez subay ve diğer personele sâhib olmasının bir zaruret
olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. 1784’de birinci Abdülhamîd zamanında
Mühendishâne-i berr-i hümâyûn daha fazla ilâvelerle geliştirildi. Topçu ve
istihkam subayı ile mühendisleri yetiştirilmeye devam edildi.
1793’de üçüncü Selîm zamanında, orduda öncekilere nazaran
daha esaslı düzenlemeler yapıldı. Nizâm-ı cedîd adı verilen ordu kurulmaya,
modern süvârî ve bilhassa piyade yetiştirilmeye başlandı. Bunun yanında orduya
teknik eleman yetiştiren Mühendishâne-i berr-i hümâyûn Eyyûb’deki Bahariye
Sarayı’na, sonra Hasköy’e (Bugünkü Halıcıoğlu), daha sonra Maçka’ya taşındı.
1796’da mektebe dört yıl okumak üzere kırk subay alındı. Okulda cebir, ilm-i müsellesât,
trigonometri, cerr-i eşkâl (mekanik), fenn-i remy (atıcılık), hey’et
(astronomi), târih-i harb (harb târihi), hendese (geometri), coğrafya ve her
çeşit istihkâmcılık dersleri vardı. Fransızca ve Arabca mecburî olup, Farsça
ihtiyarî (seçmeli) idi. Okuldan ordu için mühendis yetişiyordu. Üçüncü Selîm
teşvîk için, me’zun olan teğmenlere yüzbaşı, pek iyi derece ile me’zûn olanlara
binbaşı rütbesi veriyordu. Üçüncü Selîm’in son yıllarında çok iyi Fransızca
öğrenmiş topçu ve istihkamcı subay ve mühendisleri yetişti. Pâdişâh,
Mühendishâne için mütehassıs Fransız öğretmen subaylar getirtti.
Sultan üçüncü Selîm, devletin istikbâlinin, güçlü ve modern
bir ordu kurmakla mümkün olduğunu çok iyi tesbit etmişti. Bu fikirleri bilen
sultan İkinci Mahmûd da, bu asırda batının üstünlüğünü sağlıyan ordu ve
donanmadan işe başlamak istedi. Senelerden beri sabırla beklediği yeniçeri
ocağının ilgasını 1826’da gerçekleştirerek Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’yi
kurdu. Yeni ordu için bir talimhane yapıldı. Güçlü bir ordu kurmak için canla
başla çalışan pâdişâh, askeri teşvik ve gayrete getirmek için kışın kar altında
çamurlar içinde bizzat tâlime çıkıyordu. Yine 1831’de Selîmiye kışlasındaki
Sübyan bölükleri de, batı tekniklerine uygun olarak, orduya subay yetiştirmek
için kuruldu. Bunlar daha sonra kurulacak harb okulunun temelini teşkil etmekte
idi. Nihayet sultan İkinci Mahmûd 1834’de ordunun esâsını teşkil eden piyade ve
süvârî subaylarının yetişeceği bir Kara Harb okulunu kurmaya karar verdi. Çünkü
devleti ayakta tutacak ordu, orduyu da ayakta tutacak subay idi.
Sultan İkinci Mahmûd Han, Avrupa’da okumuş, hassa ordusunda
vazife yapmış fahr-i yaveri olan ve 1832’de paşalığa yükselen Nâmık Paşa’yı
huzuruna davet ederek; “Paşa, kesin olarak anladım ki bir milletin yaşaması, harb
bilgisini iyi öğrenmiş kumanda hey’etiyle ve bu kumanda hey’etiyle yetişmiş
askerlerin kudretiyle mümkündür. Böyle subaylar yetiştirecek bir Mekteb-i
harbiyye-i şâhâne (Kara Harb Okulu) açılmasını isterim ne dersin?” diye sordu.
Avrupa’da askerî okulları tedkîk etmiş olan Paşa; “Sultânım! Bundan önce açılan
talimhane olsun, sıbyan bölükleri olsun mektep değildir. Yarım tedbirlerle
gayeye varılamaz. Subayın, ordumuzun ihtiyâçlarına cevap verecek şekilde
yetişmesi önemlidir. İyi subay yetiştirmek için ayrı bir binaya, ders
programlarının tanzimine, en iyi öğretici ve idarecileri, ders âletlerini
te’min etmeğe ihtiyaç ve zaruret vardır” deyince, Sultan; “Ziyâde memnun oldum.
Harb okulunun inşâsını ve açılmasını, burada hangi bilgilerin okutulacağını,
Avrupa’dan hangi ders âletlerinin getirileceğini sizden beklerim. Bu hususta
Ahmed Fevzi Paşa ile birlikte çalışınız” emrini verdi. Bunun üzerine Nâmık
Paşa, Ahmed Fevzi Paşa ile birlikte çalışmalara başladı.
Müşir Ahmed Fevzi Paşa’nın Selimiye’de hassa ordusunda
bulunan erlerin genç ve kabiliyetli olanlarından kurduğu sıbyan bölükleri
1834’de Maçka kışlasına taşındı. Sultan İkinci Mahmûd Han, 1 Temmuz 1835’de
Mekteb-i harbiyye-i şahaneyi öğrenim ve eğitime açtı.
Öğretmenlere mahsûs kürsiye çıkarak târihî konuşmasını
yaptı: “Sizler ki. Mekteb-i harbiyyenin idarecileri ve öğrencilerisiniz.
Nazarlarım dâima sizlerin üzerindedir. Ümitlerim sizlerdedir. Askerliğin bütün
îcâblarını öğretiniz ve öğreniniz. Sizler için sarf olunan maddî ve manevî para
ve emekleri dâima hatırınızda tutarak ve bilerek çalışınız. Talebelerim!
Sizlerden de himmet ve gayret beklerim.” Sonra İmâm Zeynelâbidîn Efendi’ye duâ
etmesini işaret etti. O da, resmen açılışı yapılan Mekteb-i harbiyyenin millet
için hayırlı olması niyazında bulundu. Bundan sonra okulun adına Mektebri
harbiyye-i şâhâne, talebelerine de harbiyeli denildi.
Sultan Abdülmecîd Han (1839-1861) devrinde, 1844’de kabul
edilen kânunla Harb okuluna dört yıl daha ilâve edilerek, öğrenim lise
seviyesinin üzerine çıkarıldı. Sonraki yıllarda müessesenin harb bilgisi veren
dört yıllık bir meslek okulu hâline getirilmesi kararlaştırıldı. Burada
imtihandan geçirilen öğrencilerden üstün başarılı olanlar, Mekteb-i ulûm-ı
harbiye, orta derecede başarılı olanlar ise Mekteb-i fünûn-ı idâdîye öğrencisi
kabul edildiler. 1845’de Harbiye öğrencileri Küçük Taksim’de yapılan binada,
idâdî öğrencileri de Maçka kışlasında, geçici olarak öğrenime devam ettiler.
Her iki okul kendi binalarında, 10 Ekim 1846’da Abdülmecîd Han tarafından
resmen açıldı.
Bu târihlerde büyük devletlerin ordularında kurmay sınıfı
kurulmaya başlayınca, 1848’de sultan birinci Abdülmecîd, Mekteb-i erkân-ı
harbiye-i şâhâne-yi (Harb akademileri) kurdu. Mekteb ilk me’zûnunu 1849’da
verdi ve bunlardan üçü müşir oldu. Zamanla Osmanlı ordusu kurmay subayların
sevk ve idaresine geçmeye başladı. 1909’a kadar, Mekteb-i harbiyye-i şâhâne ile
Mekteb-i erkân-ı harbiyye-i şahanenin kumandanı aynı idi. Ondan sonra ayrıldı.
Galip Paşa’nın harb okulu kumandanı olduğu 1873-1875 yılları
döneminde, öğrenim üç yıla indirildi. Sultan İkinci Abdülhamîd Han (1876-1909)
devrinde, uzun zaman okul kumandanlığı yapan Mustafa Zeki Paşa (1904-1908),
öğrencilerin iyi yetiştirilmesini îtinâ gösterip, Trablusgsrp (1911-1912),
Balkan (1911-1913), Birinci Dünyâ (1914-1918) İstiklâl (1919-1922) savaşlarına
katılan kıymetli subayları me’zun ettirdi. Sultan İkinci Abdülhamîd Han,
İstanbul’dan başka Bağdâd, Edirne, Erzincan, Manastır, Şam illerinde de harb
okulları açtırdı. Harp okullarına mütehassıs ilim adamları ve öğretim üyeleri
tâyin edildi. Ders âlet ve edevatları ile laboratuvar, kütüphâne, spor salonu,
manej (süvari sınıfı için at eğitim alanı) ihtiyaçları lâyıkıyle te’min edildi.
Avrupa’dan kitaplar getirtilip, tercüme edildi. İttihâd ve Terakkî cemiyetinin
bu okullarda yürüttüğü siyâsî faaliyetleri netîcesinde, 1907-1908 yıllarında
Bağdâd, Edirne, Erzincan, Manastır, Şam Harb okulları kapatıldı, yalnız
İstanbul Harb okulu, faaliyetine devam etti. 1914’de Birinci Dünyâ savaşının
çıkmasıyla; Harb okulu ikinci sınıf öğrencileri asteğmen olarak kıt’aya
katıldı. 1913 ve 1914’te me’zun olan ve staj için birliklere gönderilen
öğrenciler birleştirildiler. Harp Okulu 9 Ağustos 1914 - 5 Nisan 1915 târihleri
arasında İstanbul Pangaltı’daki binâda öğrenim gördükten sonra Kartal Maltepe’de
Endaht okuluna taşındı.
Kartal’daki Endaht okuluna Maltepe ihtiyat zabit namzetleri
tâlimgâhı adı verildi. 30 Ekim 1918 Mondros mütârekesinin imzalanmasından sonra
bu okul kaldırıldı ve yerine muvazzaf zabit namzetleri talimgahı kuruldu. Okul,
12 Ekim 1918’de İtilâf devletlerince işgal edilince, talimgah Bostancı’ya
taşındı. Bu da 5 Ağustos 1919’da lağvedildi. Aynı târihte Bostancı’da Edirne ve
Kuleli askeri lisesinden gelen öğrencilerden iki bölüklü Harb okulu taburu
kuruldu. 20 Aralık 1919’da Topçu harbiyesi ile birleştirilerek Halıcıoğlu’na
taşındı. Burası da İngilizler tarafından işgal edilince, 20 Nisan 1920’de yine
kapatıldı. Dağıtılmış olan öğrenciler Kuleli’de toplandılar. 5 Temmuz 1920’de
Kuleli’nin işgalinden sonra öğrenciler Kâğıthane’deki çadırlı ordugâha, buradan
Eyyûb’deki iplikhâne’ye, Maçka kışlasına, sonunda da Zeytinburnu kışlasına
tasındılar. Okul, Eylül 1921 Ağustos 1922 târihleri arasında burada kaldı ve
bir süre sonra da lağvedildi.
Harb okulu öğrencilerinden bir kısmı millî mücâdelede
Anadolu’ya geçip, Ankara’da Âbidîn Paşa köşkünde şimdiki cumhuriyet devri harp
okulunun temeli olan Ankara talimgahında bir araya geldi, 1 Nisan 1923 de
Muhtelife zabit namzetleri talimgahı harp okulu adını aldı.
Harb okulu, Türk milletinin, devletinin ve ülkesinin gurur
ve güven kaynağı olarak hizmetine devam etmektedir.
KAYNAKÇA
-----------------------------------
1) Harp Okulu Târihi (Tahsin Önal, Belgelerle Türk
Târihi Dergisi; sayı-8); sh. 19 v.d.
2) Târih-i Lütfî; cild-1, sh. 198
3) Takvîm-i Vekâyî; sene-1251, sayı- 107
4) Mir’ât-ı Mekteb-i Harbiye (M. Es’ad, İstanbul-1310)
5) Büyük Türkiye Târihi; cild-9, sh. 464
ConversionConversion EmoticonEmoticon