DEDE
KORKUD
12,13 ya da 14. asırlarda Doğu Anadolu’ya gelip yerleşen
Oğuz Türkleri arasında anlatılan, yarı manzum yarı mensur destânî hikâyeleri
ilk defa anlattığı kabul edilen şahsiyet. Anlatılan bu hikâyeler Kitâb-ı
Dede Korkud âlâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzhân adlı kitapta toplanmıştır. Dede
Korkud’un hayâtı, fizîkî yapısı hakkında; halk arasında ve yazılı kaynaklarda
pek çok rivayetler vardır. Buna rağmen Dede Korkud, târihî bir şahsiyet
olmaktan çok, menkıbevî bir Türk atası olarak bilinmektedir.
Tecrübeli, bilgili
olan bu şahıs, daha ziyâde müşkillerin ve güçlüklerin hâllinde Oğuzların baş
vurdukları tek şahsiyettir. Ali Şîr Nevâî, Nesâyim-ül-Muhabbe adlı
velîler tezkiresinde Dede Korkud’dan bahseder. Menkıbevî hayâtı İslâm öncesi
devre çıkarıldığı için, kâhin olarak da ortaya çıkar. Bir noktada Dede
Korkud’un hayâtı İslâm öncesi ve sonrası unsurların birleşmesi ile
menkıbeleşmiştir. Ali Şîr Nevâî, sözlerinin çok nasihat 11 ve özlü olduğunu
kaydetmiştir. Hikâyelerde; Dede Korkud, Dedem Korkud, Korkud Sultan olarak
bilinmesinin yanısıra, kitabın ön sözünde Korkud Ata diye anılır. Dede ve Ata
eş manâlı kelimelerdir.
Sözlü halk geleneğinde, Dede Korkud ile alâkalı
masallaştırılmış rivayetler vardır. Bunların birinde; Kırgızistan’da Sirderya
boyundaki bâzı mezarların ona ait olduğu belirtilir ve ermiş bir kimse olduğu
anlatılır. Hızır aleyhisselâma benzetilir ve kırk yıl olan ömrü, bâzı faydalı
işlerinden dolayı, kendi istemeden sona ermeyecek bir zamana kadar uzatılır.
Hikmet sahibi bir pîr olan Dede Korkud, hikâyelerde keramet sahibi, hânların
akıl danıştığı, halka ve beylere öğütler veren, ak sakallı bir şahsiyet olarak
ortaya çıkar. Kabîle teşkîlâtı ve töreleri korumanın yanısıra, Oğuz’un
danışmanıdır, Yiğitleri donatır, kahramanlık gösteren çocuklara ve yiğitlere ad
koyar.”
Reşîdüddîn’in Câmi-üt-Tevârih, Ebü’l-Gâzî Bahâdır
Hân’ın Şecere-i Terâkime, Ali Şîr Nevâî’nin Nesâim-ül-Muhabbe’si
ile Târih-i Dost Sultan, Tevârih-i Cedîd, Mir’at-ı cinân; Dede
korkud’un hayâtına yer veren belli başlı kaynaklardır. Şecere-i
Terâkime’de Dede Korkud, Oğuzların kayı boyundan ve Saltuk-nâme’ye göre de
Osmanlılarla aynı soydan geldiği yazılırken, bu eserlerden farklı olarak
Reşîdüddîn’in Câmi-üt-Tevârih’inde ve Dede Korkud kitabının önsözünde
belirtildiği gibi, Oğuzların Bayat boyundan olduğu kaydedilmektedir. Yine bu
eserde, sevgili peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmla aynı çağda yaşamış olan
Oğuz hükümdarı Kayı inal Hân’ın başmüşâvirinin, Dede Korkud olduğu da
yazılmaktadır. Bahr-ül-Ensâb’da ise Kazan Hân’ın Resûlullah efendimize iki
elçi gönderdiği, bunlardan birinin de Dede Korkud olduğu belirtilmektedir.
Ayrıca elçiler, dönüşlerinde, Eshâb-ı kiramın büyüklerinden ve en ileri
gelenlerinden biri olan Selmân-ı Fârisî hazretleri ile döndükleri ve
Fârisî’nin, Korkud’u Oğuzlara önder yaptığı zikredilmektedir.
Dede Korkud’un târihî bir şahsiyet olup olmadığı kat’î belli
olmadığı gibi, kahraman olarak da önde gelen bir insan değildir. Buna rağmen,
hikâyelerde halkın müşkillerini çözen, düşmanı hezîmete uğratmak için çâreler
bulan, tedbir aldıran, yiğitlik gösteren çocuklara ad koyan Dede Korkud, Oğuz
Türklüğü için manevî bir destek durumundadır. Cemiyet, en küçük ferdinden
beylerine kadar ona muhtaçtır. Oğuz boyları ve beyleri için gelip dua etmesi,
deyiş demesi, destan söyleyip, Oğuznâmeler düzerek Oğuz menkıbelerini
anlatması, o boylara mensub insanlara geçmişten ders almayı öğretmesi ve
hâdiselerdeki mânâ ile hikmetlerin sırrına erme zevkine aşılaması, Dede
Korkud’un, Oğuz Türkleri arasında terbiye edici bir rol oynadığını ve halkla
bütünleştiğini göstermektedir.
Kitâb-ı Dede Korkud’un mukaddimesinde, ona ve sözlerine
ayrılan sayfalar, Oğuz Türklüğü için Dede Korkud’un ne kadar müessir olduğunu
göstermeye kâfidir. Bilge sıfatıyla Dede Korkud’un dînî tarafının ağır basması
ve manevî yönden Türklüğü kucaklaması apayrı bir değer taşımaktadır. Onun türlü
nasîhatlarının yanında; “Ağız açıp över olsam Tanrı güzel, Tanrı dostu din
ulusu Muhammed güzel. Muhammed’in sağ yanında namaz kılan Ebû Bekr-i Sıddîk
güzel. Ahır otuzuncu cüz başıdır. Amme güzel. Hecesince düz okunsa Yasin güzel.
Kılıç çaldı, din açtı, erlerin şahı Ali güzel. Hasen ile Hüseyn iki kardeş
beraber güzel. Yazılıp, düzülüp, gökten indi, Tanrı ilmi Kur’ân güzel. O
Kur’ân’ı yazdı, düzdü, ulemâlar öğreninceye kadar, bekledi, biçti, âlimler sultânı
Osman Affanoğlu güzel. Çukur yerde yapılmıştır, Tanrı evi Kabe güzel. O
Mekke’ye sağ varsa, esen gelse îmânı bütün hacı güzel. Cum’a günü okuyunca
hutbe güzel. Kulak verip dinleyince ümmet güzel. Minareden ezan okuyunca
müezzin güzel. Dizini bastırıp oturunca helâli güzel. Şakağından ağarsa baba
güzel. Ak sütünü doya doya emzirse ana güzel. Yanaşıp yola girince, kara erkek
deve güzel. Sevgili kardeş güzel. Yan tarafta, ev yanında dikilse gelin odası
güzel. Oğul güzel. Hiç birine benzemedi cümle âlemleri yaratan Allah Tanrı
güzel” şeklindeki sözlerle, İslâmî akîdeye yer vermesi ve öğütlemesi, bugünün
Türk dünyâsı için müstesna bir değer taşımaktadır. Bunun yanında Türklüğün
islâmiyet’ten önceki devirleri ile, islâmiyet’le karşılaştığı ilk seneleri araştıranlarla,
Türkleri o günden bugüne doğru bir tahlil ve sentezle yorumlamak isteyenler
için, tek vesîka hükmünü taşıyan kaynaklardan biridir.
Türk dünyâsının çeşitli yerlerinde; Ahlat’ta, Azerbaycan’da,
Derbend şehri yakınlarında, Kırgızistan’da, Kazala’ya yaklaşık olarak iki yüz
otuz kilometre mesafedeki Karkan’da ve Sirderya boyunda Dede Korkut’a ait
olduğu iddia edilen mezarlar bulunmaktadır. Bu iddialara rağmen,
araştırmacıların çoğunun birleştiği; onun harap bir türbe hâlindeki mezarı
Taşkent’ten Kazala’ya giderken, Sirderya’nın Aral gölüne döküldüğü yere yakın
bir noktada bulunduğu görüşüdür.
Türkistan’dan hareketle Taşkent’ten Kazala’ya giderken bir
demir yolu istasyonu onun ismini taşımaktadır. Ayrıca Kuzey kafkasya’da da yine
onun adını taşıyan bir Nogay köyü vardır. Türkiye’de ise, İstanbul ve Ankara’da
Dede Korkud adının iki sokağa verilmesinin yanısıra, Erzurum Üniversitesi
bünyesinde, 1973 senesinde kurulan bir Enstitüye onun ismi verildi.
Dede Korkud kitabı; Dede Korkud’u konu edinen bir önsöz ile
yan manzum, yarı mensur on iki destânî hikâyeyi ihtiva etmektedir. Bu
hikâyelerin hiç birisi tam bir destan özelliği taşımamakla beraber, hepsi
birlikte bir destan da meydana getirmezler. Dolayısıyla hikâyeler, halk
hikâyesi olmaya yöneldiği sırada tesbit edilmiştir. Hülâsa olarak denilebilir
ki: Dede Korkud kitabı, Oğuzlar’daki destan geleneğinin bir yönüyle devamı
olup, Oğuz destanının değişik bir şeklidir. Zâten kitabın içinde iki yerde
eser Oğuz-nâme olarak adlandırılmaktadır. Oğuznâme kelimesi, Oğuzların
ırkî ve efsânevî, Selçuklu ve Osmanlıların menkıbevî vekâyinâmesi, Oğuzların
kahramanlık hikâyeleri (destanlar), zaman zaman da Türk atasözleri mânâsına
gelmektedir.
Dede Korkud kitabı geçmişten günümüze kadar Türkiye ile
birlikte, bugün dağınık ve başka memleketlerde yaşayan bütün Türklüğü
kucaklayan; şeref, namus, ahlâk güzelliğini her şeyin üzerinde tutmasıyla Türk
seciyesini işleyen; bâzı anlaşmazlıklar bir tarafa, millî tesânüdü önde tutan,
ferd ve insan haklarına değer veren, kısacası Türk Milleti’nin zevkleri,
meziyetleri, dünyâ görüşü ile birlikte değer hükümlerini içinde toplayan nadide
bir eserdir.
Bâzı ilim adamlarına göre 15, kimilerine göre ise 16. asırda
yazıya geçirildiği öne sürülen Kitâb-ı Dede Korkud âlâ lisân-ı tâife-i
Oğuzhân’dan, Von Diez’in (Berlin 1815) Denkwürdigkeiten von
Asien adlı eserinde, Tepegöz hikâyesinin Almanca tercümesini
yayınlamasıyla haberdâr olundu. Dede Korkud kitabının dünyâda bilinen iki yazma
nüshası vardır. Bunlardan biri Almanya’da Dresden’de, diğeri ise İtalya’da
Vatikan Kütüphânesi’ndedir. Von Diez, Almanca tercümeyi Dresden
Kütüphânesi’ndeki yazmadan yapmıştır ve bu kütüphanede bulunan Kitâb-ı
Dede Korkud yazmasında on iki hikâye vardır. Ettor Rossi tarafından
Vatikan Kütüphânesi’nde bulunan nüshada altı hikâye mevcuttur. Vatikan nüshası
harekelidir. Bulunuşundan îtibâren geçen bir asırlık zaman müddeti içinde,
kitap üzerine önemli yayın yapılmamıştır. Yaklaşık bir asırdan fazla bir zaman
geçtikten sonra, Kilisli Muallim Rifat Bilge, Dresden nüshasının Diez tarafından
istinsah edilen Berlin kopyasını esas alarak 1916 yılında ilk ve tam neşrini
yapmıştır.
Eser üzerinde, Avrupa’da Barthold’dan başlayarak E. Rossi’ye
kadar bir çok ilim adamı çalışmıştır. Memleketimizde başta Fuat Köprülü olmak
üzere, Zeki Velidi Togan, Abdülkadir inan, Faruk Sümer, Fahreddîn Kırzıoğlu
gibi tarihçiler ilmî araştırmalar yapmışlardır. Fakat, asıl Dede Korkud
kitabını ilmî ve ciddî bir çalışma olarak neşreden İ. Ü. Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Muharrem Ergin’dir.
İlmî neşirleri bir tarafa, Dede Korkud kitabı; Kültür Bakanlığı’nın 1000 Temel
Eser serîsinin ilk kitabı olarak günümüz Türkçesi ile aynı yazartarafından 1969
yılında yayınlanmıştır. Ayrıca, İngilizce, Rusça, İtalyanca, Almanca ve
Sırpça’ya tercümeleri yapılmıştır.
Dede Korkud kitabındaki hikâyelerin konularına göre
başlıkları şunlardır:
1-Dirse Hân Oğlu Boğaç Hân Boyu
2-Salur Kazan’ın Evi(nin) Yağmalandığı Boy
3-Kam Büre Bey Oğlu Bamsı Beyrek Boyu
4-Kazan Bey Oğlu Uruz Bey’in Tutsak Olduğu Boy
5-Duha Koca Oğlu Deli Dumrul Boyu
6-Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı Boyu
7-Kazılık Koca Oğlu Yeğenek Boyu
8-Basat(m) Tepegözü öldürdüğü Boy
9-Begil Oğlu Emre’nin Boyu
10-Usun Koca Oğlu Seyrek Boyu
11-Salur Kazan Tutsak Oğlu Uruz Çıkardığı Boy
12-İç-Oğuz’a Taş-Oğuz Âsi Olup Beyrek öldüğü Boy.
Dede Korkud hikâyeleri: Sözlü olarak bütün Türk
illerinde varlıkları görülen, Manas ve Oğuz destanları ile ilgisi bulunan,
Türkler arasında İslâmiyet öncesi doğan ve anlatılan, İslâmiyet’in kabulü ile
islâmî muhtevaya bürünen ve destan hususiyeti taşıyan hikâyelerdir. Hikâyelerin
hepsinde Dede Korkud adlı bir Türk evliyasının ortaya çıkarak deyişler demesi,
Oğuznâme düzmesi, destan söyleyip Oğuz halkına nasîhatta bulunması, onların
Dede Korkud hikâyeleri adıyla anılmasına sebeb olmuştur. Hikâyelerin tamâmının
yer aldığı kitaba da, Kitâb-ı Dede Korkud (Dede Korkud Kitabı)
denilmektedir. Bu hikâyeler Oğuz Türklerine aittir. Bundan dolayı Türk
Milleti’nin öz benliğini yansıtan bir eser durumundadır. Oğuz Türklerinin yirmi
dört boya ayrılması sebebiyle, sayılarının Oğuz boyları kadar olması fikri,
bâzı Türkologlar tarafından düşünülmüşse de, bugün elimizde sâdece on iki
hikâye bulunmaktadır.
Hikâyelerde konu bakımından ferdin değil, toplumun hikâyesi
anlatılmakla birlikte, savaşlara, aşka ve din ile karışık mitolojiye yer
verilmektedir. Türk toplumunun çevre topluluklarla olan savaşları ön plânda
tutularak, destânî olay dokusu meydana getirilmesine rağmen, hikâyelerde
olaylar dışında, asıl dikkati çeken, Türk toplumunun aile yapısı ve eğitim
şeklinden kaynaklanan üstün ahlâkı ve karakter sağlamlığıdır. Bu unsurlar,
aile, cemâat, soy ve insan değerini ortaya koyar. Ana-babaya hürmet ve
bağlılığı; kardeş, eş ile çocuk sevgisi, bütün hikâyelerde kendini belli eder.
Ayrıca kadınların bu toplumdaki yeri de sağlam bir şekilde tesbit edilmiştir.
Kadın erkeğine yardımcı olan bir eştir ve hiç bir zaman şehvet unsuru olarak
tasvir edilmemiştir. Aile bağına büyük değer verilmektedir. Daha çok tek
kadınla evlenirler. Müstehcenliğe varan aşk hayâtı yoktur ve namus fikri dâima
üstün tutulur. Beyler, hanımlarına karşı çok kibardırlar. Onların düşünce ve
duygularına hassasiyetle önem verirler. Analar ve çocuklar, aile reisi olan
babaya katl bir şekilde itaat ederler. Aile düzeni çok sağlamdır.
Hikayelerdeki kadın kahramanların çoğu bey kızıdır. Bu bey
kızları iyi bir şekilde yetişirlerdi. Ata biner, cirit atar, erkek gibi
savaşırlar. Hepsi, uzun boylu, sağlam yapılı, namus ehlidirler. Karı-koca
birbirlerine sâdık ve bağlıdırlar. Yine hikâyelerde çocuk sahibi olmanın, erkek
çocuk arzu edilmesinin sebebi, erkek çocuğun babanın ününü ve soyunu devam
ettirmesi ve aile için biricik değer olmasındandır.
Dede Korkud hikâyelerinde Oğuzların kendi aralarındaki iç
mücâdeleleri bir ve on ikinci hikâyede anlatılmıştır. Dış savaşı konu edinenler
ise; 2-4-7-9-10 ve 11. hikâyelerdir. Ayrıca üçüncü ve altıncı hikâyeler aşk
konusunu işlerken, beş ve sekizinci hikâyeler de dînî muhteva taşımaktadır. Bu
hikâyelerde mitolojik unsurlar görülmekle birlikte, Deli Dumrul’da bir kendine
geliş ve nefis muhasebesi; Tepegöz’de ise işlenilen günahın meydana getirdiği
netîcelerden tedirginlikler vardır. Bu tedirginlik, günahı işleyen şahsa ait
olmayıp, bütün cemiyete şâmildir. Bu sebeple bu iki hikâyede dînî muhteva daha
da ağır basmaktadır.
Hikâyelerin kaynağının Oğuz-nâme olduğunu söylemek veya
tamâmı kaybolan Oğuz Destânı’nın eksik kısımları olarak değerlendirmek de
mümkündür. Devâderî’nin, Oğuz-nâme’nin Farsça ve Arabça’ya yapılmış
tercümelerini gördüğünü Dürer-üt-ticân’da belirtmiş olması, bu fikri
kuvvetlendirmektedir. Bu nokta-i nazardan hareket ederek, Dede Korkud
kitabı’nın aslının islâmiyet’ten önce kitap hâlinde varlığına bakılırsa, eserin
başka bir adla bulunmuş olması, bugün için dahî ihtimâl dahilindedir.
Dede Korkud hikâyelerinde görülen fevkalâde hâller, destânî
devirden kalma unsurlardır. Söyleyiş îtibâriyle hikâyelerin nazım ve nesir
diline yer vermesi, nesir dilinin, secîlerle yâni iç kâfiyelerle devam etmesi,
eserin aslının nazım olduğu fikrini de ihdas etmektedir. Yâni eserin bir tarafı
manzum, diğer yönü nesre dayanmaktadır. Bu da Dede Korkud hikâyelerinin destana
giden tarafıdır. Çünkü destanlar manzumdurlar. Zâten; müellifinin millet,
muhtevasının topyekün Türk Milleti’nin hayâtı olması; kahramanlık menkıbelerine
yer vermesi, yüksek ve akıcı bir ifâde taşıması, tabîat unsurlarının
hikâyelerde ön sırayı işgal etmesi ve aktif bir hayat tarzının yer alması, bu
hayâtın hayvanlarla renklenmesi ve hareketli oluşu; hânlardan başlayarak Göktürk,
Oğuz-Yabgu Devleti, Selçuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı olmak üzere bütün Türk
târihini ilgilendirmesi; Orta Asya ve Türkistan coğrafyasının izlerini bulmak
şartıyla Azerbaycan ile Doğu Anadolu’yu içine alan bir coğrafyaya sâhib olması
gibi vasıflarından dolayı, Dede Korkud hikâyeleri millî bir destan hüviyeti
taşımaktadır. Fakat, hikâyelerin tek bir kahraman etrafında anlatılmaması ve
uzun bir manzum eser olmaması gibi hususlar, eseri destan hudutları dışına
çıkarmaktadır.
Hikâyelerinin dili, 13 ile 15. yüzyıl arası konuşulan halk
Türkçesidir. Kitapta yer alan sekiz bine yakın kelime ve deyimin, yüzde
doksanına yakını Türkçe’dir. Bu söz ve kelimelerin çoğu günümüze gelene kadar
unutulmuş, ya nüshaları kaybolmuş, veya yerlerine yabancı kelimeler geçmiştir.
Yüzde on tutarında Farsça ve Arabça kelimeler hikâyelerde yer almaktadır ki,
bunların da çoğu İslâmî terimlerdir. Hikâyelerin dil itibariyle, daha çok
Oğuzca’nın doğu kolu olan Azerî ağzının bâzı özelliklerini taşıdığı dikkati
çekmektidir. Aslında bu dil, Osmanlı ve Azerî ağızlarının kesin olarak
birbirlerinden ayrılmadıkları, eski Anadolu Türkçesi adı verilen bir devre
aittir. Bugün dahî, doğu illerimizde Dede Korkud dilini andıran bir ağızla
konuşulmaktadır. Zâten, Dede Korkud’da bulunup da İstanbul ağzında unutulmuş
olan bir çok söz ve kelimeler, o bölgede hâlâ yaşamaktadır. Hikâyelerde anlatım
son derece canlı ve hareketlidir. Çok fiil ile birlikte kısa cümleler bu
hareketliliği daha da arttırmaktadır. Duygulardan düşünceye, tasvirlerden
olaya, hüzünden neş’eye ustalıkla geçilmektedir. Hâdiseler, çok defa bir aydur
sözü ilâve edilmesi ile, doğrudan doğruya vak’a kahramanlarının ağzından
anlatılmaktadır. Savaş, şölen, baskın, kaçış ve eğlenceler, şefkat, neş’e,
hüzün ve endişe gibi, ruh hâlleri, kelimelerin seçilmesi ile en iyi şekilde
anlatılmaktadır. Netîce olarak Dede Korkud hikâyelerinin dili, Türkçe’nin en
güzel örneklerinden birini teşkil etmektedir. Nev-i şahsına münhasır olan bu
dil, asırlarca Türk Milleti’nin ağzından süzülerek, süslenmiş bir dildir.
ConversionConversion EmoticonEmoticon