CEM
SULTAN
Fâtih Sultan Mehmed Han’ın küçük oğlu. 23 Aralık 1459 günü
Edirne Sarayı’nda doğdu. Annesinin adı Çiçek Hâtûn idi. İlk terbiyesini saray
hocalarından ve annesinden aldı. Fikrî terbiyesi ve tahsîli için beş yaşına
geldiğinde bir hoca tâyin edildi. Dokuz yaşına geldiğinde, Kastamonu
sancakbeyligine gönderildi (1469). O devirlerde şehzâdeleri küçük yaşlarından
îtibâren Anadolu vilâyetlerine göndermek usûldendi. Yanlarına vezirlerden biri,
lala sıfatıyla verilir ve bu suretle idarî işler öğretilirdi. Cem Sultan,
Kastamonu’da dört sene kaldı. Bu süre zarfında ilim ve edebiyat tahsiliyle
meşgul oldu.
1474’de büyük ağabeyi şehzâde velîahd Mustafa’nın vefâtı
üzerine Karaman beylerbeyliğine gönderildi. İdâri işlerin yanında tahsîline
devam etti. Beraberinde lalası Gedik Ahmed Paşa’dan başka, Frenk Süleymân,
Hâtibzâde Nâsuh, Defterdâr Ahmed, Sofu Hüseyin ve Çâşnigirbaşı İlyas, Şirmerd
Ağa gibi şahsiyetler ile bâzı Türk, Rum ve İtalyan olan tanınmış ilim adamları
vardı. Bunların hepsi siyâset, ilim, şiir, sadâkat ve fazîletleriyle bilinen ve
tanınan kişilerdi. Cem Sultan, altı seneden fazla kaldığı Konya’da, bu zâtların
her birinden çeşitli ilimler öğrendi. İlk şiirlerini burada yazdı. Konya
yılları, maddî ve manevî terbiyesi bakımından gerçek bir mektebdi. İlim
tahsîline devam etmekle beraber, ata binmekte ve her türlü silâhları
kullanmakta büyük maharet kazandı. Sağlam yapılı bir genç olan Şehzâde Cem’e,
Karaman eyâleti halkı muhabbet ve sevgi besledi. Harabe hâlindeki Lârende’de;
saray, bedesten ve çarşı yaptırmak suretiyle geniş îmâr faaliyetlerinde
bulundu.
1481 senesinde babası Fâtih Sultan Mehmed Han, Gebze’de
hastalanarak vefât ettiği zaman, Cem yirmi üç, ağabeyi şehzâde Bâyezîd ise otuz
dört yaşında idi. Her iki şehzâde de iyi yetişmişti. Cesur ve hareketli olan
Cem Sultan daha çok seviliyordu. Babası da çok sevdiğinden, Kânûnnâme-i âl-i
Osman’da şehzâdelere yazılacak hükümlerin lakapları bahsinde; “Vâris-i mülk-i
Süleymânî... Oğlum Cem...” diye yazdırmıştı. Yeniçerilerin baskısıyla daha önce
haber verilen Şehzâde Bâyezîd, İstanbul’a gelerek tahta geçti. Aradan çok
geçmeden durumu öğrenen Cem Sultan, bâzı teşvikçilerin tavsiyeleri ile saltanat
iddiasında bulundu. Etrafına asker toplayarak Bursa üzerine yürüdü. Karşısına
çıkan Ayas Paşa kumandasındaki kuvvetleri bozguna uğrattıktan sonra Bursa’ya
girdi. Kendisini sultan îlân edip, adına para bastırdı, hutbe okuttu ve on
sekiz gün saltanat sürdü.
Etrafına oldukça mühim bir kuvvet toplamaya muvaffak olan
Cem Sultan, mücâdelesine devam etmekte kararlı idi. İki ordu, 20 Haziran 1481
günü, Yenişehir ovasında karşılaştı. Gedik Ahmed Paşa’nın sultan Bâyezîd
tarafına geçmesi üzerine, Cem Sultan savaş meydanını terk ederek Konya’ya doğru
geri çekildi. Bu çekilme esnasında geçirdiği bir kaza sonucunda ayağından yaralandı.
Konya’da ancak üç gün kalabilen Cem Sultan, annesini, hanımını ve çocuklarını
yanına alarak şehirden ayrıldı. Tarsus, Antakya, Haleb yoluyla Mısır’a gitti.
Arkasından yetişenlerle, maiyyetinin sayısı üç yüzü buluyordu. Kâhire’ye
girişinde sultan Kayıtbay tarafından merasimle karşılandı. Mısır sultânı; “Sen
benim oğlumsun” diye Şehzâde’yi tesellî etti ve çok yakınlık gösterdi. Cem
Sultan 20 Aralık 1481’de hac farîzasını yerine getirmek üzere Mekke’ye gitti.
12 Mart 1482’de Kâhire’ye döndü.
Bu arada eski Karaman beyi olan Kasım Bey ve Ankara
sancakbeyi Trabzonlu Mehmed Bey’den, halkın sultan Bâyezîd’den yüz çevirdiği,
kendisini beklediğini yazan mektuplar aldı. Kasım Bey’in gayesi, Karaman
Beyliği’ni yeniden kurmaktı. Bu durum üzerine yeniden ümîde kapılan Cem
Sultan’ın Konya ve Ankara harekâtları başarısızlıkla neticelendi, önce
Akşehir’e, sonra da Kasım Bey ile birlikte Taşeli’ne çekilmek mecburiyetinde
kaldı. Kendisini tâkib ederek Konya Ereğlisi’ne gelen sultan İkinci Bâyezîd’le
yeniden müzâkerelere girişti. Ancak bu müzâkereler de, diğerleri gibi neticesiz
kaldı. Çünkü, onun Kudüs’de oturmasını teklif eden sultan Bâyezîd’e karşılık,
Cem Sultan Osmanlı topraklarında hâkim olacağı bir bölgenin kendisine verilmesi
hususunda ısrar ediyordu. Kasım Bey’in teşviki ile Rumeli’ye gitmek için, Rodos
şövalyelerine müracaat etmeye karar verdi. 29 Temmuz 1482 günü, Rodos limanında
karaya ayak bastı. Artık, talihsiz şehzâde için, on iki sene yedi ay sürecek ve
sonu ölümle bitecek olan acı gurbet hayâtı başlıyordu.
Rodos şövalyelerinin reisi olan Pierre d’Aubusson, daha önce
imzaladığı bir senette Cem Sultan’a istediği zaman Rodos’tan ayrılabilme hakkı
tanımıştı. Ancak verilen bu sözü çabuk unutuldu. Şehzâde’yi elde tutmakla;
sultan Bâyezîd Han’a istedikleri yolda andlaşma yapmaya ve adalarını
Osmanlıların fethinden kurtarmaya, aynı zamanda para koparmaya muvaffak
olabileceğini umuyordu. Fakat Sultan’ın müdâhalede bulunabileceğini düşünen
şövalyeler, Cem’in Rodos’ta kalmasına fazla izin vermediler. Cem Sultan otuz
dört gün Rodos’ta kaldıktan sonra, Eylül ayının ilk günü, Fransa’ya gönderilmek
üzere üç yüz kişilik maiyyeti ile birlikte yola çıkarıldı. Sıkıntılı geçen
deniz yolculuğu kırk altı gün sürdü ve Nis’de karaya çıktı. Şehrin güzelliği
dikkatini çekti, gönlünü dindirip, acılarını unutmak için Türkçe, Farsça
şiirler yazdı. Bu şiirlerinden birinin bir beyti şöyledir:
Acâib şehr imiş bu şehr-i Nîs’te;
Ki kalur yânına her kim ne itse.
Ki kalur yânına her kim ne itse.
Buradan Chamber ve Rumilly kalelerine nakledildi. Rumilly’de
iken Savua dükası birinci Carlo, Cem Sultan’ı şövalyelerin elinden kurtarmaya
çalıştı ise de, durumu öğrenen şövalyeler, Cem’i, Puet şatosuna götürdüler.
Kardeşi Cem Sultan’ın Avrupa’ya gitmesi ve hıristiyanların
eline geçmesi, ikinci Bâyezid Han’ı çok zor durumda bıraktı. Buna rağmen
hânedânın şerefini korumaya dikkat etti. 7 Aralık 1482 günü şövalyelerin reîsi
ile bir andlaşma imzaladı. Bu andlaşmaya göre, her senenin 1 Ağustos günü
kardeşinin masraflarına karşılık kırk beş bin duka altın ödeyecekti.
Bu sırada Cem, milletlerarası önemli bir mes’ele hâline
geldi. Papa, Fransa, Napoli ve Macaristan kralları, Memlûklü sultânı, Venedik
doçu; Cem Sultan’ı ele geçirmeye çalışıyorlardı. Memlûklü sultânı Kayıtbay,
Cem’i vermesi için Fransa kralı on birinci Louis’e bir milyon duka altını
ödeyeceğini bildirdi. Fakat papa, şehzâde’nin ancak Roma’da muhafaza
edilebileceğini söyleyerek, yeni bir haçlı seferi için ancak kendisinin
Avrupa’yı ayağa kaldırabileceğini söylüyordu. Bu arada Sultan’ın, on birinci
Louis’e gönderdiği elçi Hüseyin Bey, Savua’dan geçerken Cem’le görüşmek istedi
ise de izin verilmedi. 30 Ağustos 1483 senesinde kral Louis ölünce, Şehzâde’yi
muhafaza etmek zorlaştı. Bu durum karşısında şövalyeler, Cem Sultan’ı Sassenape
Şatosu’na götürdüler.
Şövalyeler her taraftan gelen tehdîdlerden bıkıp usandıkları
için, Şehzâde’yi; yüklü bir para karşılığında, Macaristan kralı Matthius’a
teslim etmeye karar verdiler. Bu duruma Venedik şiddetli şekilde karşı çıktı.
Avrupa devletleri, Cem’e sâhib olabilmek için birbirleri ile savaşacak kadar
ileri gittiler. Sultan Bâyezîd Han, kardeşinin papaya teslim edilmesini
istemiyordu. Zîrâ şimdiye kadar düzenlenen bütün haçlı seferleri dâima papanın
teşebbüsü ile olmuştu. Sultan, 1488 senesi sonlarında Fransa kralı sekizinci
Charles’e, kardeşini hiç bir siyâsî teşebbüse âlet etmeden muhafaza ettiği
takdirde, yıllık 50.000 duka altın ödeyecekti. Kral sultan Bâyezîd’in teklifini
kabul etmek istedi ise de, şövalyeler 5 Ekim 1488’de Şehzâde’yi teslim etmek
için papa ile anlaştılar. Cem Sultan’ın, Alman imparatorluğu’nun eline düşmesi
ihtimâli olduğunu fark eden Fransa, bu durumda onun papa tarafından himaye
edilmesini kabul etti.
Fransa’dan yola çıkan Cem Sultan ve maiyyeti, Mart 1489’da
Roma’ya vardı. Papa sekizinci İnnocent, merasim elbiselerini giymiş vaziyette
Vatikan Sarayı’nın kabul salonunda Cem Sultan’ı ayakta karşıladı. Merasimde,
Roma’daki elçilerle papanın kardinalleri de hazır bulundular. Daha önce
protokol görevlileri, imparatorların bile papanın ayaklarını öptüklerini,
kendisinin biraz olsun eğilmesini istediler. Düşman elinde esir olmasına rağmen
asalet ve vakarından asla tâviz vermeyen Cem Sultan; “Dediğiniz kimseler
papadan mağfiret umdukları için ayaklarını öperlermiş. Hâlbuki ben, mağfireti
yalnız Allah’ımdan bekler ve umarım. Bu hususta papaya hiç bir ihtiyâcım
yoktur, ölüme razı olurum, dînime ihanet etmem ve ona zarar verecek bir
harekette bulunmam. Ben, aranıza ahid ile gelmiş yalnız bir kimseyim. Bunca
müddettir beni zulm ile hapsettiniz! Nihayet; “Seni papa davet ediyor” diyerek buraya
getirdiniz. Artık bundan sonrasını nasıl isterseniz öyle yapınız” dedi ve doğru
papanın yanına gitti. Papa da boynuna sarılarak onu kucaklayıp öptü. Cem’in
ikâmetine, sarayın geniş dâirelerinden biri tahsis edildi. Durumu öğrenen
sultan Bâyezîd, bir elçi ile kardeşinin bakımı ve masrafları için kırk bin
altın gönderdi.
1492 senesi Ağustos ayında Papa innocent’in ölümü ile yerine
altıncı Alexander geçti. Papa Alexander, üç yüz bin altın verildiği takdirde
Cem’i öldürebileceğini bildirdi. Bâyezîd Han bu teklifi kabul etmedi. Bu durumu
öğrenen Fransa kralı sekizinci Charles, İtalya’ya girdi. Papa, Fransız
ordusunun üzerine geldiğini öğrendiği zaman, Cem Sultan’ı kendi hazînesinin
saklı bulunduğu kaleye hapsetti (1494). Fransa kralı, Roma’yı kuşattı. Bir süre
sonra Papa, Fransa kralı ile görüştü. Fransa kralı, Cem Sultan’ı istediğini,
sulh şartlarının arasına koydu. Papa, bu isteği kabul etmek mecburiyetinde
kaldı.
Fransa kralı sekizinci Charles, Cem Sultan’ı ve maiyyetini
alarak, Fransa’ya gitmek üzere 1495 senesi başlarında yola çıktı. Kafile, San
Germano şehrine geldiğinde Cem Sultan rahatsızlandı. Bir müddet sonra, hastalık
daha da ilerliyerek, yüzü ve boynu şişti. Artık ata binecek hâli kalmadığından
sedye ile taşınıyordu. Cem Sultan bu hâlde bile, dâima; “Yâ Rabbî! Eğer bu
kâfirler beni bahane edip müslümanlar üzerine yürürlerse, beni o günlere
eriştirme, canımı al!” diye duâ ediyordu. Nihayet 25 Şubat 1495 Çarşamba
sabahı, şehâdet getirerek ruhunu teslim etti. Cem Sultan o sırada 35 yaşlarında
idi.
Cem Sultan’ın hastalık veya zehirlenme neticesinde öldüğüne
dâir muhtelif rivayetler vardır. Osmanlı müellifleri genellikle, papa
tarafından gönderilen bir berberin zehirli ustura ile şehzâdeyi traş ettiğini
ve ölümüne sebeb olduğunu bildirmektedir. Haberin İstanbul’a ulaşmasından
sonra, sultan Bâyezîd’in emriyle dükkanlar çarşılar kapatıldı, fakirlere para
dağıtıldı. Ülkedeki bütün câmilerde gâib cenaze namazı kılındı.
Cem Sultan’ın ölümü kimseye haber verilmeden, cenazesi,
adamlarından kapıcıbaşı Sinân Bey ve Celâl Bey tarafından yıkandı. Sonra kendi
tülbendi ile kefenlenip, orada bulunan altı-yedi kişi tarafından cenaze namazı
kılındıktan sonra, ölüm haberi çevreye duyuruldu. Na’şı, kurşun bir tabuta
konarak sarayın bahçesine defnedildi. Cem Sultan’ın tabutu, 1499 senesi Ocak
ayında İstanbul’a getirildi. Bursa’ya götürülerek büyük ağabeyi Mustafa’nın
yanına defnedildi.
Cem Sultan, vefât etmeden önce maiyyetindeki beyleri yanına
çağırarak bir vasiyyet-nâme hazırlatmıştı. Vasiyyet-nâme şöyle idi: “Allahü
teâlânın emri vâki olduğu zaman, haberi kardeşime bildiresiniz. Ne vech ile
olursa olsun, benim tabutumu kâfir memleketinde komasın! Ehl-i İslâm
memleketine çıkarsın ve bütün borçlarımı ödesin. Annemi, kızım ve diğer
yakınlarım ile hizmetimde bulunan adamlarımı himaye eylesin.” Sultan Bâyezîd,
kardeşinin bu vasiyyetine uyup, adamlarının her birine me’mûriyet vererek
gönüllerini aldı.
Cem Sultan, şâir ve edîb ruhlu bir zât idi. Avrupa’da
bulunduğu müddetçe Fâtih Sultan Mehmed’in oğluna yaraşır şekilde hareket edip,
herkesin takdir ve sevgisini kazanmıştı. İsmi bütün Avrupa’da şöhret buldu. Cem
Sultan uzun boylu, tıknaz, hafif sakallı, vakur ve çevik bir gençti, ölçülü ve
ağır davranışlı idi. Sözünün eri, atılgan bir insandı. Fransa kralı sekizinci
Charles ile ilk görüşmelerinde yanlarında bulunan Sanuto, Cem Sultan’ın müthiş
bir harb adamı olduğunu anlayarak; “Bu Şehzâde’nin Osmanlı tahtına geçmeyişi,
hıristiyan âlemi için Allah’ın bir lütfudur” demekten kendini alamamıştır.
Cem Sultan, şiirde Bursalı Ahmed Paşa’nın te’sirinde
kalmıştır. Böyle olmakta beraber taklitçi bir şâir değildir. Gurbette bulunduğu
senelerde içli şiirler yazmıştır. Şiirlerinin bir kısmında lirizm hâkimdir.
Gazellerinde gezdiği memleketlere âid izlerden başka, hacca dâir sık sık
îmâlar, hac ıstılahları ile yazılmış mazmunlar vardır. Şiirinde yer yer
kendisinden bahseder. Ayrıca; Şeyh, Necâtî ve Nizâmî’nin te’siri de görülür.
Farsça’yı çok iyi bilirdi. Zamanına kadar yetişen büyük İran şâirlerini çok iyi
tanıyan Cem Sultan, bunlardan istifâde ederek, birçok nazireler de yazmıştır.
Türkçe ve Farsça olmak üzere iki dîvânı vardır.
Cem Sultan, bilim ve san’at adamlarını yanından ayırmadığı
için, şâirlerden bir kısmı gurbet hayâtında bile onu yalnız bırakmamışlardır.
Yanından ayrılmayan; Sa’dî, Haydar, Sehâî, La’lî, Kandî,
Şahidi adlı şâirlere; Cem şâirleri adı verilmiştir. Bunların en tanınmışı
Cem Sa’dîsi diye bilinen Sa’dî’dir.
Cem Sultan’ın Dîvân’ından bir bölüm aşağıdadır:
Ne-durur Hakk’a toğru varmağa râh
Himem-i lâ-ilâhe illallah
Himem-i lâ-ilâhe illallah
(Hak teâlâya doğruca varmak için yol nedir dersen; lâilâhe
illallah kelime-i tevhidinin himmeti olduğunu söylerim.)
Zahm-ı küfre odur şifâ-yı edeb
Merhem-i lâ-ilâhe illallah
Merhem-i lâ-ilâhe illallah
(Küfür yarasına devamlı deva da, lâ ilâhe illallah sözünün
merhemidir.)
Dil ü cân bağını kılur taze
Şebnem-i lâ-ilâhe illallah
Şebnem-i lâ-ilâhe illallah
(Lâ ilâhe illallah kelimesinin şebnemi yâni çiy damlası,
gönül ve cân (rûh) ülkesini (bahçesini) taptaze eder.)
Kim olursa olur Huda’ya karîb
Hemdem-i lâ-ilâhe illallah
Hemdem-i lâ-ilâhe illallah
(Lâ ilâhe illallah kelime-i tevhidi ile arkadaşlık eden kim
olursa olsun, Allahü teâlâya dâima yakındır.)
Sahn-ı câna safâ virür ise
Kadem-i lâ-ilâhe illallah
Kadem-i lâ-ilâhe illallah
(Lâ ilâhe illallah sözünün devamlılığı cân ülkesine aydınlık
ve neş’e verir, safâlar getirir.)
Kangi kalbe yazılsa da pür-nûr
Rakam-i lâ-ilâhe illallah
Rakam-i lâ-ilâhe illallah
(Lâ ilâhe illallah yazısı hangi kalbe yazılırsa nurlara gark
olur.)
İns ü cânn râm ola ele girse
Hatem-i lâ-ilâhe illallah
Hatem-i lâ-ilâhe illallah
(Lâ ilâhe illallah yazılı o mühür hangi ele geçerse insanlar
ve cinler, onun kölesi olurlar.)
Uludur on sekiz bin âlem
Alem-i lâ-ilâhe illallah
Alem-i lâ-ilâhe illallah
(Lâ ilâhe illallah bayrağı on sekiz bin âlemden daha
yüksektir.)
Toludur cümle âsmân ü zemîn
Ni’âm-i lâ-ilâhe illallah
Ni’âm-i lâ-ilâhe illallah
(Bütün yerler ve gökler lâ ilâhe illallah sözünün nimetleri
ile doludur.)
Râh-ı Hakk’a delil olup iledür
Bu Cem’i lâ-ilâhe illallah
Bu Cem’i lâ-ilâhe illallah
(Lâ ilâhe illallah kelime-i tevhidi, Hak yolunu göstererek,
Cem Sultan’ı Allahü teâlâya ulaştırır.)
Papa bir gün Cem Sultan’la sohbet ederken, ona, kendi
dîninden ayrı bir memlekete ne için geldiğini sorunca, teessüre kapılan Cem;
“Maksadım başka bir memlekete iltica etmek değildi. Rumeli’ye geçebilmek
gayesiyle Rodoslulardan yol istedim. Muvâfakatlarını alarak Rodos’a gel’dim.
Fakat onlar söz ve yeminlerine sadâkat göstermeyip, beni yolumdan alıkoydular
ve bana yedi yıldır hapis hayâtı yaşattılar. Böylece lâyık oldukları
nâmerdliklerini gösterdiler. Şimdi ise sizin huzurunuzdayız. Artık Mısır’a
gidip ailemle beraber olmaktan başka bir emelim kalmadı” dedi. Papa, Cem
Sultan’ın üzüntüsüne iştirak etmiş gibi görünüp onunla birlikte gözyaşı döküp,
hakikatte onu âlet ederek Osmanlılar üzerine bir haçlı seferi açmak emelinde
olduğundan, Macaristan’a gitmesini tavsiye etti. Bunun üzerine Cem Sultan;
“Şimdi ben size uyarak Macaristan’a varacak olursam, Macar askerleri ile
birlikte ehl-i İslâm üzerine yürümem îcâb edecektir. Bu takdirde de din
düşmanları ile birleştiğim için, İslâm âlimleri benim küfrüme hükmedecektir.
Hâlbuki ben dînimi, Osmanlı memleketi için değil, bütün dünyâ saltanatı için
bile vermem” dedi. Papa, Şehzâde’nin bir türlü yola gelmediğini ve
gelmeyeceğini anlayınca, latince ağır bir cümle kullandı. Cem Sultan’ın aynı
dil ile karşılık vermesi, papayı mahcûb etti. Bin bir özür dileyerek ve gönlünü
alarak kaldığı yere gönderdi. Cem Sultan bu hâdiseden sonra elini Hahk’a her
açtığında; “Yâ Rabbî! Eğer bu din düşmanları, benim varlığımla müslümanların
üstüne saldırmaya kalkışacaklarsa, beni o günlere eriştirme ve en kısa zamanda
canımı al” diye duâ etmeye başladı.
Cem Sultan, çoğunlukla Roma sokaklarında üzüntülü bir hâlde
dolaşır ve rast geldiği fukaraya bol bol sadaka dağıtırdı. Bunu görenler, onun
hıristiyanlığa meyyal olduğunu sandılar. Cem Sultan’ın iyilikseverliği, papanın
kulağına gitti. Bir sohbet esnasında papa, bu durumu son derece takdir ettiğini
söyledi ve Cem Sultan’ı hıristiyanlığa davet ederek; “Eğer bizim dînimize
girersen, Mısır’dan oğlunu getirtir, ona kardinallik veririm” dedi. Papa’nın bu
teklifinden son derece müteessir olan Cem, gözlerinden acı yaşlar dökerek; “Ben
sizden Mısır’a gitmek istedim. Siz bana bâtıl yolu gösteriyorsunuz. İtikâdımca,
hak olan, Muhammed aleyhisselâmın dînidir. Bana kardinallik ve papalık değil,
bütün dünyânın saltanatını verseler yine dînimden dönmem. Bu gibi teklifler
bize sâdece ezâ verir. Eğer size bu cesareti veren, bizim Hıristiyan fukarasına
merhamet gösterişimiz ise, biliniz ki bizim dînimizde fukaraya yardım hususunda
müslüman ve Hıristiyan ayırımı yapılmaz” cevâbını verdi. Cem Sultan’ın bu
sözlerini orada bulunanlar da takdir ettiler. Papa ise, Cem’i kırdığını anlayıp
özür diledi.
Kaynakça:
1) Vâkıât-ı Cem (İstanbul-1330)
2) Kâmâs-ül-a’lam; cild-3, sh. 1830
3) Tâc-üt-tevârih; cild-2, sh. 40
4) Sultan Cem (Ahmed Refik, İstanbul-1924)
5) Türk Şâirleri; cild-3, sh. 960
6) Tezkiret-i Latifi; sh. 188
7) Münşeât-üs-selâtîn; cild-1, sh. 291
8) Bedâyi-uz-zuhûr; cild-3, sh. 380
9) Djem Sultan (L, Thuasne; Paris-1892)
10) Şakâyık-ı nu’mâniyye tercümesi; sh. 285
11) Tevârih-i Âl-i Osman (Âşıkpaşazade); sh. 221
12) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-2, sh. 658
13) Sultan İkinci Bâyezîd’in Siyâsî Hayâtı; sh. 23
14) Cizyedârzâde Târihi (Ahmed Bahâüddîn, Millî Kütüphâne,
Mikrofilm No: 287); vr. 257
15) Osmanlı Devleti Târihi (Hammer); cild-3, Sh. 251
16) Türk Klasikleri; cild-2, sh. 181
17) Rehber Ansiklopedisi; cild-3, sh. 199
18) Mufassal Osmanlı Târihi; cild-2, sh. 615
19) Sultan Cem (İsmâil H. Ertaylan;İstanbul-1951)
20) Osmanlı Müellifleri; cild-2, sh. 122
21) Resimli Türk Edebiyatı Târihi; cild-1, sh. 45
22) Îzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-1, sh. 357
23) Büyük Türkiye Târihi; cild-3, sh. 13
ConversionConversion EmoticonEmoticon