YILDIZ
MAHKEMESİ
Sultan Abdülazîz Han’ın tahttan indirilerek şehîd edilmesine
sebeb olanları, muhakeme etmek için kurulan mahkeme.
Sultan Abdülazîz Han; sadrâzam Mütercim Rüşdî Paşa, serasker
Hüseyin Avni Paşa, şeyhülislâm Hayrullah Efendi Ve Midhat Paşa’nın yaptığı
gizli çalışmalar neticesinde, 30 Mayıs 1876’da tahttan indirildi. Hüseyin Avni
Paşa’nın ayda yüz altın lira maaşla Fer’iyye Sarayı’nda bahçıvan olarak ve
sabık pâdişâhı korumakla vazifelendirdiği Cezâyirli Mustafa, Yozgatlı Mustafa
Çavuş, Boyabatlı Hacı Mehmed adlı pehlivanlar tarafından 4 Haziran 1876 sabahı
şehîd edildi. Fakat intihar süsü verilerek, hâdisenin üzerine gidilmedi .
Sultan beşinci Murâd Han’ın kısa saltanatından sonra pâdişâh
olan sultan İkinci Abdülhamîd Han, amcası Abdülazîz Han’ın şehîd edilmesiyle
ilgili olarak el altından tahkîkata başladı. Bu hususta kendisine başkâtibi
Küçük Saîd Bey (Paşa) yardım etti. Sultan İkinci Abdülhamîd Han, araştırıcı
zekâsı, mevkii, olgun yaşta, hâdiselerin yanıbaşında yahut içinde bulunması
sebebiyle, Abdülazîz vak’asının en gizli taraflarını ve en vurucu gerçeklerini
şahsen tesbit etti. Bizzat veya vasıtalı olarak yaptığı tahkîkât neticesinde,
amcasının iddia edildiği gibi intihar etmeyip, katledildiği kanâatine vardıktan
sonra, olayın resmen tahkik edilmesini istedi.
Müdde-i umûmî (savcı) olarak vazifelendirilen Fındıklılı
Mehmed Efendi, 1 Nisan 1881’de tahkikata başladı. Tahkîkât komisyonunda Şûrâ-yı
devlet (yüksek yargı kurumu) tanzîmât dâiresi reisi Çorluluzâde Mahmûd
Celâleddîn Bey’le, mâbeynci Râgıp Bey de vazifelendirildiler.
Sultan Abdülazîz Han’ın ölümünde birinci derecede rolleri
olduğu iddia edilen ve Fer’iyye Sarayı’nda görevliyken, Abdülazîz Han’ın şehîd
edilmesinden sonra düşük bir maaşla memleketlerine gönderilen Mustafa Çavuş,
Boyabatlı Hacı Mehmed ve Cezâyirli Mustafa adlı pehlivanlar, İstanbul’a
getirilerek ifâdeleri alındı. Mustafa Çavuş, 19 Nisan 1881’de verdiği ifâdede;
“Dâmâd Mahmûd Paşa beni, arkadaşlarım Cezâyirli Mustafa ve Mehmed Ağa’yı,
Mâbeyn-i hümâyûnda misafirlere mahsus odaya çağırdı. Yalnızdı...” Sizi Fer’iyye
Sarayı’na me’mûren göndereceğim, maaşlarınız yüzer liradır, fakat böyle yüzer
lira maaşı niçin veriyoruz biliyor musunuz?” diye sorunca, bilmediğimizi
söyledik. Bunun üzerine Mahmûd Paşa; “Şu işi bir an önce becermeniz içindir”
dedi... İşin ne olduğunu sorduk. “Sultan Abdülazîz’in bir an önce
öldürülmesidir” deyince; “Biz böyle şeyden korkarız” dedik. “Ne korkuyorsunuz,
Pâdişâhımızın (beşinci Murâd’ın) emridir, ben de size emir veriyorum” dedi.
“Bunu icra etmiyecek olursanız hakkınızda fena olur, mazarrat görürsünüz” diye
ekleyip bize talimat verdi. Verdiği talimat içinde; “Sultan Abdülazîz’in işini
kimsenin anlayamıyacağı, intihar ettiğini sanacağı şekilde bitirin, önce sol
kolunun damarlarını, sonra sağ kolunun damarlarını keserek işini bitirin”
tavsiyeleri vardı. Sonra bizi, Dâmâd Nûrî Paşa, mâbeyn müşirliği makam odasında
kabul etti. O da sultan Azîz’e iyi hizmet edeceksiniz, her şeyini bana
bildireceksiniz” deyip Mahmûd Paşa’nın talimatını te’yid etti ve ayrıca otuzar
altın verdi. Sonra bir yaveri yanımıza katıp Fer’iyye karakoluna gönderdi. O
gece karakolda yattık. Sabah mabeyinci Fahri Bey gelip bizi saraya götürdü ve
bana beyaz saplı bir çakı verdi. Hep birden sultan Azîz’in odasına girip hakanı
ayağa kalkmadan kucakladık. Fahri Bey ellerini arkasından tuttu. Cezâyirli
Mustafa ile Mehmed birer ayağına oturdular. Ben de bana tarif edildiği gibi,
önce sol, sonra sağ kolun damarlarını çakı ile kestim. Sol kolundan ziyâde,
sağdan daha az kan aktı. Üç harem ağası kapının önünde oldukları hâlde bir şey
yapmayıp seyrettiler...” dedi. Diğer iki pehlivan da bu ifâdenin paralelinde
ifâde verdiler.
Yapılan sorgulama esnasında, pâdişâhın yanında yıllardan
beri bulunduğu hâlde, onun aleyhinde çalışan ve Hüseyin Avni Paşa’yla işbirliği
yapan Arz-ı niyâz kalfa, sultan Abdülazîz Han’ın öldürülmediğini ve intihar
ettiğini ısrarla söyledi. Hazinedarlardan Zevkyâb kalfa; “Odaya hep beraber
girdiğimiz zaman henüz Hakan hayatta idi ve; “Allah” diye inliyordu. Odada
kimse yoktu. Fakat bir adam pencereden atlıyordu...” dedi. Ferik Dr. Marko Paşa
ise, ifâdesinde; “Kuzguncuk’ta yalımın penceresinden Ortaköy’e bakıyordum. Zîrâ
fevkalâde bir hâl vardı. Hakan’ın hangi odada bulunduğunu biliyordum. Bu odanın
penceresinden pehlivan yapılı bir adam atladı. Atlayanı, o zaman sultan
Abdülazîz zannetmiştim” dedi. Sultan Abdülazîz ve beşinci Murâd’ın ikinci
mâbeyncileri olan Fahri ve Seyyid beylerin ifâdelerine başvuruldu. Rakım ve
Reyhan ağalar da; “Hakan’ın damarları kesilirken gözcülük ettiğimizi kabul
ediyoruz” dediler. Daha sonra Fer’iyye muhafazasında bulunmuş olan karakol
kumandanı miralay İzzet, binbaşı Nâmık Paşazade Ali ve binbaşı Necip beyler de
vazife mahallerinden İstanbul’a getirildiler. Sultan beşinci Murâd’ın cülûsu
üzerine sarayda mâbeyn müşiri olan Dâmâd Nuri Paşa ile yine sarayda onunla
beraber bulunan Dâmâd Mahmûd Paşa da öldürme hadisesiyle alâkalı bulunarak
sorguya çekildiler. Daha sonra Abdülazîz Han’ın hal’inde birinci derecede
rolleri bulunanlardan o zamanın sadrâzamı olan ve Manisa’da bulunan Mütercim
Rüşdî Paşa, hastalığı sebebiyle İstanbul’a naklolunamıyarak İzmir vâli
konağında ifâdesi alındıktan sonra Manisa’ya iade edildi. Midhat Paşa ise,
İzmir’deki Fransız konsolosluğuna iltica etti. Verilen te’minât üzerine
hükûmete teslim edilerek İstanbul’a sevk edildi ve göz altına alınarak
ifâdesine başvuruldu.
Eski şeyhülislâm Hasan Hayrullah Efendi, Ravza-i mütahharada
şeyh-ül-harem-i hazret-i Nebevî hizmetiyle vazifeli olarak Medîne-i münevverede
bulunduğundan, İstanbul’a getirilmeyerek gıyabında hüküm verildi.
Yapılan tahkikat neticesinde, bahçıvan ve uşak olarak üç
kişinin yüzer lira aylıkla Abdülazîz Han’ın hizmetine tâyin olunmaları, sultan
Abdülazîz Han’ın icâbında kendisini müdâfaa edebileceği palasının bir tertiple
alınması, üzerinde daha hayat eseri varken doktorlara odasında muayene
ettirilmeden bir pencere perdesine sarılarak alelacele Fer’iyye karakoluna
indirilmesi, vefâtı hakkında on dokuz tabip tarafından veriimiş olan raporun
yazılı ve sarîh olmaması ve bileklerini keserek intihar ettiği söylenen makasın
bu yaraları vücûda getirebileceği kaydıyle yetinilerek kapalı ifâdede
bulunulması, Hüseyin Avni Paşa’nın; “Bu avam cenazesi değildir. Size her
tarafını muayene ettirmem” demek suretiyle tam muayeneye mâni olması, cenaze
görülmeden yalnız Fahri Bey’in sözüyle iktifa olunmak suretiyle şer’î ilâm
yazılmış olması, Abdülazîz Han’ın hizmetine tâyin edilen pehlivan Mustafa’lar
ve Hacı Mehmed’in vak’adan sonra cüz’î bir maaşla emekliye sevk edildikleri
hâlde muhakemeleri dolayısıyle yalandan; “Yüksek maaşlarla memleketlerine
gönderilmiştir” diye halka îlân edilmesi, Abdülazîz Han’a karşı büyük kin besleyen
Hüseyin Avni Paşa’nın vefât günü Kuzguncuk’taki yalısından ilk olarak
Fer’iyye’ye gelmiş olması, Abdülazîz Han’ın hizmetine tâyin olunarak henüz
Fer’iyye Sarayı’na girmeden karakolda yatmış olan üç şahıstan Mustafa Çavuş’la,
Hacı Mehmed’in, sorgu esnasında Fer’iyye Sarayı’na girerek sabık hükümdarı
öldürmüş olduklarını söylemeleri, Dâmâd Mahmûd Celâleddîn ve Dâmâd Nuri
paşaların beşinci Murâd’ın vâlidesinin isteğiyle Abdülazîz Han’ı öldürmek üzere
emir verdiklerini beyân etmeleri ortaya çıktı. Tahkîkat (soruşturma)
neticesinde hazırlanan rapora göre Abdülazîz Han’ın ölümünün intihar olmayıp,
katl olduğu anlaşılınca, sultan İkinci Abdülhamîd Han bu raporu; şeyhülislâm
Uryânizâde Ahmed Es’ad Efendi, dâhiliye nâzırı Mahmûd Nedim Paşa, Tunuslu
Hayreddîn Paşa ve Şûrayı devlet tanzîmât dâiresi reisi Mahmûd Celâleddîn
Bey’den meydana gelen bir hey’etin tedkîk ve karârına havale etti. Bu hey’et de
raporu müzâkere etti ve sabık pâdişâhın katledilmesinde rolü olanların tevkif
edilmesi yönündeki karârını pâdişâha arzetti. Sultan İkinci Abdülhamîd Han,
bununla yetinmeyerek, bu işin tedkîki ve yapılması gereken muamele hakkında bir
karar verilmesini ikinci olarak; sadrâzam Saîd Paşa, şeyhülislâm Ahmed Es’ad
Efendi, dâhiliye nâzırı Mahmûd Nedim Paşa ve hâriciye nâzırı Âsım paşalardan
meydana gelen hey’ete havale etti. Bu hey’et de mes’eleyi tedkîk ettikten
sonra, 30 Nisan 1881’de bir arîza ile sultan Abdülazîz Han’ın sûikasda kurban
gittiğini ve katl faillerinin meydana çıktığını, bu kimselerin derhâl muhakeme
edilmelerinin gerektiğini ve muhakeme mahallinin neresi olacağının irâde-i
seniyye ile bildirilmesini istediler.
Sultan Abdülazîz’in şehîd edilmesinde rolleri bulunmaktan
maznûn (sanık) olup tutuklu bulunan, Dâmâd Mahmûd ve Dâmâd Nuri paşalar,
Abdülazîz Han’ın ikinci mâbeyncisi Fahri ve sultan beşinci Murâd’ın ikinci
mâbeyncisi Seyyid, hal’ esnasında Fer’iyye karakol kumandanlığında bulunan
miralay İzzet, bunun maiyyetinden binbaşı Necîb ve binbaşı Ali beylerle sultan
beşinci Murâd’ın senelerce hizmetinde bulunmuş olan pehlivan Mustafa Çavuş,
Hacı Mehmet ve Cezâyirli Mustafa’nın işte elleri bulunduğu anlaşıldı. Vükelânın
(bakanlar) tam kanâat getirmesi için, meclis huzurunda ikrârlarının
dinlenmesini uygun gören Abdülhamîd Han, bu mütâlaasını hey’ete bildirdi.
Ayrıca bu işle ilgili görülen Mütercim Rüşdî ve Midhat paşaların da
tevkîfleriyle muhakemelerinin icra edilmesi için fevkalâde bir meclis
toplanmasını hey’et-i vükelâya (bakanlar kurulu üyelerine) bildirdi ve bunun
için sarayda toplanarak bir karar vermelerini istedi.
Pâdişâh’ın muhtırasının kendilerine ulaştığı günü akşamı
sadrâzam Saîd Paşa’nın başkanlığında toplanan vükelâ hey’eti mes’eleyi müzâkere
etti. İfâdeleri tesbit edilmiş olan maznûnlar (sanıklar) hakkındaki iddianame
okunarak, faillerden bir kısmı getirtilip konuşturuldu. Durumu müzâkere eden
vükelâ hey’eti, sanıkların cezalandırılması için, derhâl evraklarıyla birlikte
mahkemeye sevk edilmelerine ve keyfiyetin Pâdişâh’a arz edilmesine karar verdi.
Aynı meclis, mahkeme mahallinin tesbiti hususunu da görüştü ve Malta
karakolunun yanında kurulmasına karar verdi. Bu husustaki mazbatanın
(tutanağın) kaleme alınması Adliye nâzırı Cevdet Paşa ile adliye müsteşarına
havale edildi.
14 Haziran 1881 tarihli fevkalâde hey’et mazbatasında;
suçluların cezalandırılması, Malta karakolunda bir büyük çadır kurulmak
suretiyle muhakemenin alenî olması, seyircilerin ayak takımından olmamak üzere
adliye nezâretinden alınacak davetiye ile mahkeme salonuna girmeleri gibi
hususlar yer aldı.
Abdülazîz Han’ın ölümünde sanık olanlar; Pehlivan Mustafa
Çavuş, Boyabatlı Hacı Mehmed, Cezâyirli Mustafa, mâbeynci Fahri Bey, mâbeynci
Seyyid Bey, Dâmâd Nuri Paşa, Dâmâd Mahmûd Paşa, Midhat Paşa, Mütercim Rüşdî
Paşa, Hasan Hayrullah Efendi, başmâbeynci Ethem Bey olmak üzere on bir kişiydi.
Yukarıda zikredilen sanıklardan başka, beşinci Murâd ile
annesi Şevkefzâ Kadınefendi ve sultan Abdülazîz Han’ın hazinedarlarından Arz-ı
niyaz kalfa sanıklar listesine dâhil iseler de özel durumları sebebiyle
muhakeme edilemiyorlardı. Sultan Murâd’ın baş mâbeyncisi Ethem Bey’in suçlu
olmadığı hazırlık soruşturmasında anlaşıldığından, sanıklar listesinden
çıkarılarak şâhidler arasına alındı. Hasta olduğu için doktor raporuna göre
Manisa’dan getirilemeyen Mütercim Rüşdî Paşa gıyabında muhâkame edilecekti.
Böylece on bir kişinin muhakemesine irâde çıktı.
Sanıklara avukat tutmaları, tutmak istemeyenlere adliye
nezâretince tutulacağı bildirildi. Midhat Paşa eski avukatlarından Şehrî
Efendi’yi, Nuri Paşa da aynı avukatı seçti. Mahmûd Paşa ise, avukat istemedi.
Ayrıca, Mekteb-i Mülkiye müderrislerinden Manyâsîzâde Refik Bey de Midhat
Paşa’yı ek avukat olarak savunacaktı. Sanıkların ailelerine mahkemeyi tâkib
için davetiyeler verildi.
Mahkeme mahalli olarak Yıldız köşkü yakınındaki Malta
karakolunun yanında etrafı parmaklıkla çevrilmiş olan yere büyük bir çadır
kuruldu. Mahkemeye adliye nezâretinden alınan davetiye ile girildiğinden,
yabancı muhabirlerin ve kordiplomatiğin hepsine davetiye verildi. Türk
gazetecileri de mahkemeyi tâkib ediyorlardı.
Sanıkların muhakemeleri temyize bağlı istinaf mahkemesinin
cinayet mahkemesi tarafından yürütülecekti. Bu mahkemenin reisi Ali Surûrî
Efendi, ikinci reisi de Hristo Forides idi.
Mahkeme âzâları Emin Bey, Hüseyin Hâmid Bey, Emîn Efendi ve
Gadban Efendi’den teşekkül etmişti. Müdde-i umûmî (savcı) Latif Bey, muavinleri
ise Reşîd ve Râif beylerdi. Başkâtip Emrullah Efendi, zabıt kâtipleri ise;
Şâkir, Rızâ, Sedâd, Aziz, Tahsin, Nûri, Rızâ, Zekâî ve Ropen efendilerdi.
Cinayet mahkemesi hey’eti hâricinde, tahkikatı yapmış olan Fındıklılı Mehmed
Efendi ile Hüseyin Şükrü Efendi de bulunuyordu.
27 Haziran 1881 Pazartesi günü saat 10.00’da başlayan
mahkemeye başta Midhat Paşa olduğu hâlde on bir sanık getirildi. Dört yüz
kişinin dinleyici olarak yer aldığı salonda diplomatlar, yerli ve yabancı
gazeteciler bulunuyordu. Aralarında nâzırların, eski nâzırların, vezir ve
müşirlerin de yer aldığı 200 kişi ilk gün mahkemeyi dinlemeye geldi. Saat
11.00’de reis Sürûrî Efendi celseyi açtığını îlân etti. Başkâtip Emrullah
Efendi, sanıklar hakkındaki iddianameyi okudu, iddianamenin okunması saat
13.00’de bitti. Başsavcı, Seyyid ve İzzet beyler hakkında ceza kânununun 175.
maddesine göre 10 yıl hapis cezası, diğer 9 sanıkla Medine’de bulunan Hayrullah
Efendi hakkında da aynı kânunun 45 ve 170. maddelerine göre îdâm cezası
verilmesini istedi. Mahmûd ve Nûri paşalar ile Ali ve Necip beyler katle
birinci derecede yardımcı ve hazırlayıcı olmakla; üç pehlivan ve Fahri Bey ise
katillikle suçlanıyorlardı.
Reis Sürûrî Efendi’nin emri ile ilk önce Pehlivan Mustafa
Çavuş’un avukatı Manyâsîzâde Refik Bey dinlendi. Refik Bey müvekkilinin
cezasının hafifletilmesini, çünkü büyük yerlerden emir alarak bu fiili
işlediğini belirtti. Sonra ayağa kalkan Mustafa Çavuş hazırlık sorgusundaki
ifâdesini tekrarladı. Sonra Hacı Mehmed Pehlivan ve Cezâyirli Mustafa Pehlivan
da dinlendi. Onlar da katilliği kabul ettiler. Mâbeynci Fahri Bey ise
kendisinden önce dinlenen üç pehlivanın katilliği kabul etmeleri hakkındaki
ifâdelerini reddederek, eski Hakan’ın şuuruna halel geldiği için intihar ettiği
iddiasında bulundu. Fahri Bey’in uzun müdâfaasını dinleyen reis Sürûrî Efendi,
Fahri Bey’e; “Sultan Abdülazîz merhumun yanında sultan Selîm’e âid bir palayı
Hakan hazretleri şahsını korumak için alıkoymuştu. Niçin palayı ondan aldınız?”
diye sordu. Fahri Bey; “Bana palayı almamı emrettiler. Ben de itaate mecbur
oldum” dedi. Reis; “Bu palayı kime ve nasıl verdiniz” diye sorunca da;
“Pencereden uzatarak bir çavuşa verdim” dedi. Reis; “Cinayetten bir gün evvel
sizin Dâmâd Mahmûd Paşa, Dâmâd Nuri Paşa, Hüseyin Avni Paşa ve İzzet Bey’le
karakolda oturup müzâkerede bulunduğunuzu görmüşler. Ne konuştunuz?” diye
sorunca; “Ben onların müzâkerelerine katılmadım. Beni sâdece palayı almam için
çağırmışlardı” dedi. “Palayı teslim ettiğiniz çavuş kimdi?” diye sorulunca da;
“İsmini bilmiyorum” cevâbını verdi. Reis; “Valide Sultan, ifâdesinde pala
verilmediği takdirde, zorla alınacağını tehdîd eder tarzda söylediğinizi
bildiriyor. Hakan’ın tek müdâfaa vâsıtası olan ve hakkında müşirlerin
toplanarak müzâkere ettiklerini söylediğiniz bu palayı nasıl olur da ismini
bilmediğiniz bir çavuşa pencereden verirsiniz? Bu ifâdenizi kabul edemem”
deyince, Fahri Bey; “Saray askerle kuşatılmıştı. Hepsinin ismini bilemezdim.
Verdiğim asker palayı elbette merciine teslim edecekti” dedi.
Sonra binbaşı Necîb Bey ve binbaşı Ali Bey sorguya
çekildiler. Her iki binbaşı da katilliği reddettiler. Bunlardan sonra sorguya
alınan Dâmâd Mahmûd Paşa’nın sorgusunu, yorulduğu için geri çekilen Sürûri
Efendi’nin yerine ikinci reis Hristo Forides yaptı. Dâmâd Mahmûd Paşa da
kendine yöneltilen ithamları reddetti. Dâmâd Nuri Paşa’nın sorgusunu da ikinci
reis yaptı.
Dâmâd Nuri Paşa ise ifâdesinde; Seyyid Bey’in getirdiği üç
pehlivanı, sultan Abdülazîz Han’ın hizmetine tâyin ettiğini, pehlivanlara özel
bir talimat vermediğini, pehlivanlar yanına geldiği zaman Dâmâd Mahmûd Paşa,
dârüsseâde ağası Süleymân Ağa ve bir iki şahsın hazır bulunduğunu, sultan
Abdülazîz Han’ın kendine kastettiği haberi kendine ulaştırılınca, derhâl vak’a
mahalline gittiğini ve sabık Hakan’ın husûsî hekimi Dr. Marko Paşa’nın
çağrılmasını emrettiğini, orada bulunan Hüseyin Avni Paşa’nın baskısı sebebiyle
rapor hakkında Marko Paşa ile diğer doktorlar arasındaki münâkaşayı dinleyip
geri çekildiğini söyledi.
Sultan beşinci Murâd’ın ikinci mâbeyncisi Seyyid Bey de
ifâdesinde; pehlivanları kendisinin seçmediğini, Midhat Paşa’nın bu pehlivanlar
hakkında fikir ve mütalaasını sorunca bildiklerini söylediğini bildirdi. Sonra
albay İzzet Bey’in sorgusu yine ikinci reis tarafından yapıldı. Daha sonra
Midhat Paşa’nın sorgusuna geçildi. Malta köşkünde dinlenmekte olan Midhat Paşa,
elinde defterler, kâğıtlar olduğu hâlde salona girdi. Sorguyu yapacak olan
ikinci reis Hristo Forides, isterse oturarak da ifâde verebileceğini söyledi.
Fakat Midhat Paşa ayakta ifâde vereceğini söyledi. Ayrıca, bu çeşit
mahkemelerin bütün dünyâda kapalı celsede yapılmasının usûl olduğunu, açık
celsede muhakeme edilmekten sevinç duyduğunu belirtti.
İkinci reis Hristo Forides’in sultan Murâd’ın sözlü irâdesi
üzerine sarayda bir komisyonun kurulup kurulmadığına dâir sorusuna önce cevap
vermedi. Fakat daha sonra; bütün nâzırların bir araya gelmesindeki zorluk
karşısında o fevkalâde zamanda kendisiyle birlikte Rüşdî Paşa, Hüseyin Avni
Paşa, Mahmûd Celâleddîn Paşa ve Hayrullah Efendi’den müteşekkil bir komisyon
kurulduğunu, Fer’iyye’ye naklin sultan Abdülazîz’in kendi isteğiyle olduğunu,
pehlivanların tâyini mes’elesiyle ilgili yukarıdaki komisyonun bilgisi
bulunduğunu, sultan Abdülazîz’in ölümünü Bâb-ı âli’de iken öğrendiğini ve hemen
Fer’iyye karakoluna geldiğini Fahri Bey’in kendisine Hakan’ın intihar ettiğini
söylediğini ve buna kendisinin de inanmadığını söyledi. Sorulan bir çok
suâlleri reddetti, ithamları inkâr etti. Sanki hiç bir şey olmamış, olmuşsa da
pek ehemmiyetsiz şeylermiş gibi davrandı. İlk günün birinci celsesi bitti.
Saat 16. 30’da yarım saat ara verildikten sonra saat
17.00’de reis Sürûri Efendi yerini aldı ve ilk günün ikinci celsesini açtığını
bildirdi. Harem ağalarından Reyhan Ağa’yı şâhid sıfatıyla sorguya çekti. Reyhan
ağa ifâdesinde; “Sultan merhumu öldürüyorlardı. Fahri Bey, Pâdişâh’ı
omuzlarından tutmuş, Cezâyirli Mustafa ile Hacı Mehmed birer bacaklarına
oturmuşlardı. Mustafa Pehlivan da kollarını kesiyordu. Ali Bey’le Necib bey
yalınkılıç kapıda bekliyorlardı. Bu manzara karşısında aklım başımdan gitti.
Her şey bir anda olup bitti. Hemen aşağı kaçtım. Orta katta Arz-ı niyaz kalfa
ile Dâmâd Mahmûd Celâleddîn Paşa’yı konuşurlarken gördüm” dedi. Sonra Rakım
Nesîb Ağa dinlendi o da aynı şeyleri söyledi. Sonra dinlenen Nafiz Ağa da aşağı
yukarı aynı şeyleri tekrarladı. Ferîd Âğa adında bir harem ağasının İstanbul’da
olmadığı için yazılı ifâdesi okundu. Hâriciye kâtiplerinden Mahmûd Celâleddîn
Bey dinlendi. Hüseyin Ağa şâhid olarak çağrıldı. Sultan Abdülazîz’in nâşının
yıkandığının ertesi günü yıkayan Ömer Efendi’nin nâşda sol memenin civarında
kan sızan bir yara gördüğünü, kendisine ve başkalarına anlattığını beyân etti.
Fahri Bey’in de ertesi günü kendisine ve başkalarına Abdülazîz Han’ın makasla
kollarını keserek intihar ettiğini hiç inandırıcı olmayan bir şekilde
naklettiğini söyledi.
Abdülazîz Han’ın cenazesini yıkayan Ömer Efendi, şâhid
olarak dinlendi. Ömer Efendi; sultan Abdülazîz’in cesedini bizzat kendisinin
yıkadığını, Enderûn ağalarının kendisine yardım ettiklerini anlattı ve
ifâdesinin devamında; “Kollarındaki yaralardan başka, sol meme civarında
büyükçe bir morluk ve ince bir kesik vardı. Henüz kanıyor gibiydi. Kan yeni
durmuştu, ön dişlerinden ikisi kırılmıştı. Sakalının sol tarafı gayr-i muntazam
şekilde yolunmuştu” dedi.
Abdülazîz Han’ı gasledenlerden Tahsin Efendi de ifâdesinde;
Ömer Efendi nâşı yıkarken odanın kapısı önünde bulunduğunu, Cennetmekânın
göğsündeki yarayı ve morluğu bizzat görmediğini, fakat gasletme işi bitince bu
durumu Ömer Efendi’nin kendisine anlattığını söyledi. Sultan Abdülazîz Han’ın
gaslinde yardım eden 6 Enderûn ağası da Tahsin Efendi gibi uzakta hizmet
ettiklerini, göğüsteki yarayı görecek durumda olmadıklarını, fakat Ömer
Efendi’nin gasilden sonra bu yarayı kendilerine de anlattığını söylediler.
Zevkyâb Kalfa; sultan Abdülazîz’in hizmetindeki hazinedarlardan olduğunu, o gün
Fer’iyye’de de hizmet-i şahanede bulunduğunu söyledi. Cezâyirli Mustafa’nın
pencereden nasıl atladığını beyân etti. Reis Sürûrî Efendi taşrada hizmette bulunan
yüzbaşı Ahmed Efendi ile binbaşı Reşîd Bey’in yazılı ifâdelerini okuttu. Bu
subaylar Fer’iyye önünde nöbette bulunduklarını, Dâmâd Mahmûd Paşa’yı
Fer’iyye’de; İzzet, Ali ve Necîb beylerle konuşuyorken gördüklerini söylüyor,
İzzet Bey’e pala getirilince çok sevindiğini de ilâve ediyorlardı. Yine taşrada
vazifeli bulunan yüzbaşılar, Hüseyin ve Osman efendiler ifâdelerinde
Pertevniyâl Vâlide Sultan’ın Fer’iyye’den çıkarılıp, Topkapı Sarayı’na
götürülürken başörtüsüz olduğunu üzülerek hatırladıklarını beyân ettiler.
Dr. Marko Paşa da ifâdesinde; o zaman kendisinin Mekteb-i
tıbbiye-i askeriyye-i şâhâne nâzırı ve Abdülazîz Han’ın husûsî hekimlerinden
olduğunu belirttikten sonra; “Evim, Kuzguncuk’ta Çırağan Sarayı’nın tam
karşısındaki yalıdır. Yanımızdaki yalı Hüseyin Avni Paşa’nın idi. Paşa,
kumandanım ve dostum idi. Evine sıkça giderdim. Sultan Azîz’in Fer’iyye
Sarayı’na nakledildiği 48 saat içinde dürbünle oraya bakmaktan kendimi
alamazdım. O sabah Fer’iyye’nin rıhtımında olağan olmayan hareket gördüm. Yanımda
hanımım da vardı. Yükselen sesleri bile duyabiliyorduk. Pencereden birisinin
atladığını gördüm. Az sonra da saraydan çağrıldım ve hüzün verici hakîkati
öğrendim. Hâdise yerine vardığımda bir çok doktor vardı. Onlara muayene ediniz.
Raporu yazınız ben imzalarım dedim” dedi. Otopsi ve tıbbî tahkikat yapıldı mı
sorusuna; “Her ikisi de yapılmadı, öyle istenmiş, bir de rapor yazılmıştı.
Rapora pek bakmadan imzaladım. Çok kalabalıktı. Nâzırlardan Hüseyin Avni
Paşa’yı, Mehmed Rüşdî Paşa’yı, Dâmâd Mahmûd Paşa’yı hatırlıyorum. Midhat Paşa
da orada imiş ama gözüme çarpmamıştı. Ne yapıldı ise Hüseyin Avni Paşa’nın
emriyle yapıldı. Nasıl istedi ise öyle hareket ettik” dedi.
Dr. Kastro Bey ifâdesinde; “Cennetmekân’ın bize sâdece
kolları gösterildi. Sol koldaki ceriha (yara) beş santim uzunluğunda ve üç
buçuk santim derinliğinde idi” dedi ve Dr. Marko Paşa’nın söylediklerini
tekrarladı. Reis Sürûrî Efendi, birinci günün ikinci celsesini de kapattı ve
muhakemeye ertesi günü sabah 11.00’de devam edeceğini bildirdi.
Ertesi gün bildirilen saatte Sürûrî Efendi celseyi açtı.
Dinleyicilerin daha kalabalık olduğu dikkati çekiyordu. İlk önce Rumeli
kazaskeri Tosyalı Mustafa İzzet Efendi’nin, Pâdişâh’ın şuuruna halel geldiği
için intihar ettiğine dâir sâdece Fahri Bey’in şehâdetine dayanılarak
hazırladığı raporu, Hüsnü Efendi’nin düzenleyip şeyhülislâm Hayrullah
Efendi’nin imzaladığı olayın intihar olduğuna dâir ve yine Fahri Bey’in
ifâdesine dayanan şerî îlâm okundu. Şâhid olarak dinlenen Hüsnü Efendi, îlâmın,
cesed defnedildikten bir gün sonra hazırlandığını, bir gün evvel defnedildiği
için görülmesi ve muayenesi mümkün olmadığından, Fahri Bey ne söylediyse onun
îlâma geçirildiğini, başka şahidin kendisine dinletilmediğini beyân etti.
Mustantık (sorgu hâkimi) Mustafa Efendi şâhid olarak dinlendiği ifâdesinde;
zabtiye nâzırı Abdi Paşa’nın emriyle Fahri Bey’in ifâdesini aldığını, kendisine
başka şahidin dinletilmediğini söyledi. Reis Efendi, Fahri Bey’e Mustafa
Efendi’nin ifâdesinin doğru olup olmadığım sorunca, Fahri Bey doğru olduğunu
tasdik etti. Yahûdî Dr. Merkel; raporu imzalayan ve Fer’iyye karakoluna ilk
gelen doktorlardan olduğunu, ancak iki saat bekletildiğini, diğer doktorlar
geldikten sonra Dâmâd Mahmûd Paşa’nın kendilerini cesedi görmeye davet
ettiğini, yalnız kollarını gösterdiklerini ve çok acele bakılmasının
istendiğini, sonra Pâdişâh’ın vefât ettiği odaya götürüldüklerini, orada bir
subayın doktorları görünce; “Ben öldürmedim” diye bağırdığını, bunun üzerine
Mahmûd Paşa’nın onu; “Sana kim Pâdişâh’ı öldürdün diyor” diye azarladığını
söyledi. Sultan Murâd’ın başmâbeyncisi İbrâhim Edhem Bey; Topkapı Sarayı’na
götürüldüğünde sultan Abdülazîz Han’a yemek verilmediğini, bunun için
kendisinin Dolmabahçe’ye gidip Nuri Paşa’ya müracaat ettiğini söyleyerek,
devamla; mâbeyn müşiri paşa bu işin kendisine âid olmadığını, saraydaki
nâzırlar toplantısından çıkan Hüseyin Avni Paşa’nın da yemek verilmesi işini
husûsî komisyonu teşkil eden nâzırlara açacağını söylediğini beyân etti.
Mâbeyn-i hümâyûn başhademesi Ahmed Ağa; “Üç pehlivanı Nûrî Paşa’nın odasına
soktum, Odada Seyyid Bey’le dârüsseâde ağası Süleymân Ağa da vardı. Kendilerine
130’ar altın aylık verileceğini ve mabeynci sıfatı takılacağını öğrenerek
şaştım” dedi.
Sonra Pervin Felek Hanım’ın yazılı ifâdesi okundu. Abdülazîz
Han’a âid eşya bir büyük atlas bohçadan çıkarılarak teker teker gösterildi.
Pâdişâh’ın üzerinden çıkarılan kanlı çamaşırlar, üzerine örtülen perdeler bu
bohçanın içindeydi. Mintanla gömleğin kalbe isabet eden yerinde bir yırtık
görülüyordu.
Reis Sürûrî Efendi, iki günden beri dinlenen şâhidlere,
sanıkların itirazlarını dinleteceğini bildirdi. Mustafa ve Mehmed pehlivanlar,
bir itirazda bulunmadılar. Cezâyirli Mustafa şâhidlerin yalan söylediklerini
iddia etti. Fahri Bey kendisinin katiller arasında bulunduğuna dâir bütün
şâhidleri reddetti. Necîb Bey, Reyhan Ağa’nın kendisine o zamandan garazı
olduğunu söyleyerek hakkında yaptığı şehâdetin yalan olduğunu beyân etti.
Seyyid Bey bir itirazı olmadığını bildirdi. Ali Bey, Edhem Bey’in kendisine
izafe ettiği şeyleri söylemediğini iddia etti. Nuri ve Mahmûd paşalar
aleyhlerindeki şehâdetleri kabûl etmediler.
Reis, sanık avukatlarının savunmalarına başlayabileceklerini
bildirdi. İlk sözü Yeni Osmanlılardan olan Manyâsîzâde Refik Bey aldı. Midhat
Paşa ile ilgili savunmasını okudu. Avukat Mehmed Ali Efendi söz alıp, Fahri
Bey’le Cezâyirli Mustafa’yı savundu. Bir bahçıvana 100 altın lira maaş
verilmesinin tabii olduğunu, Hakan’ın tırnağı zor kesen bir makasla iki kolunu
birbiri ardınca üç santim derinliğinde kestiğini anlatmaya çalıştı. Başmüdde-i
umûmî (savcı) söz istiyerek şiddetli bir cevap verdi. Sonra Dâmâd Mahmûd Paşa
söz aldı. Müdâfaasını şahsen yapacağını söyledi. Sultan Abdülazîz Han’ın hal’i
işinde rolü olmadığını, tahttan indirildikten sonra öğrendiğini, Sultan’ın hal’
keyfiyetinin dört kişinin işi olmadığını, millî arzunun, umûmî efkârın baskısı
neticesi olduğunu söyledi. Sıkıntı ve asabiyet içinde oturdu ve terini sildi.
Binbaşı Necîb Bey ayağa kalkarak kendini savundu. Sonra Midhat Paşa salona
alındı. Midhat Paşa özel bir husûmeti olduğu için Sürûrî Efendi’yi hâkimlikten
reddetti. Sürûrî Efendi de adaletin yerini bulması ve sanığın savunmasını tam
yapması için kürsüyü terk ederek reisliği Hristo Forides’e bıraktı. Hristo
Forides başkanlık kürsüsüne geçtikten sonra, Fahri Bey, Ali Bey, İzzet Bey
savunmalarını yaptılar. Bunları dikkatle dinleyen Midhat Paşa söz aldı. Sultan
Abdülazîz Han ve hânedân aleyhine söylediği iddia edilen sözleri ve gazetelerde
hakkında çıkan yazıları reddetti. Midhat Paşa, mahkeme hey’etini hafife alıcı
davranışlardan sonra reis Hıristo Forides ile açık münâkaşaya girişti. Reis
ihtar ederek müdâfaasını yapmasını söyledi. Dört defa söylemesine rağmen
reddetti. Bunun üzerine Reis mahkemeye son verildiğini söyledi ve hey’et
müzâkere odasına çekildi. Bir saat sonra Hristo Forides’in başkanlığında ikinci
celse açıldı. Kararları başkâtib Emrullah Efendi okudu. Hey’et, davacıları ve
müdafileri dinledikten ve bütün evrak ve vesikaları tedkîk edip görüştükten
sonra, kararnamede zikredilecek sebeplere dayanarak; Yozgatlı Mustafa,
Cezâyirli Mustafa ve Mehmed pehlivanlarla Fahri Bey’in cinayet işlediklerine,
Midhat, Mahmûd, Nûrî paşalar ile Ali ve Necîb beylerin bu cinayette cürüm
ortağı olduklarına, Seyyid ve İzzet beylerin cinayete yardımcı olduklarına
ekseriyetle hükmetmişti. Bunu müteakip Reis, ertesi gün saat on birde, cezanın
mikdârını tâyin ve tesbit ile mahkemenin hüküm neticesini bildireceğini
söyleyerek, saat yirmide celseyi tatil etti.
29 Haziran 1881 Çarşamba günü saat 11.00de reis Sürûrî Efendi;
“Dün bir rahatsızlık sebebiyle müşâvereden sonra reisliği mahkemenin karârını
tebliğ etmiş bulunan Hristo Forides’e terketmiştim. Bugün mahkeme, müdde-i
umûmî (savcı) beyle müdafileri dinledikten ve yeniden müşâverede bulunduktan
sonra hak edilen cezaların mikdârını açıklayan hükmünü beyân edecektir. Söz
savcınındır” dedikten sonra duruşmayı açtı. Savcı bir gün önce verilen karârı
hatırlattıktan sonra, sanıklar hakkında ceza kânununun ilgili maddelerinin
tatbikini taleb etti. Sonra söz alan sanık avukatları müvekkillerini
savundular. Sıra Dâmâd Mahmûd Paşa’nın avukatı Kostakisardinski’ye gelince,
Mahmûd Paşa avukatın sözünü keserek kendi durumunun ceza kânununun, bir âmirin
emrindeki kimseleri suça zorlamakla ilgili 184. maddesine uyduğunu söyledi. Bundan
sonra hâkimler yarım saat için çekildiler. Bu müddet sonunda reis Sürûrî Efendi
ikinci celseyi açtı ve verilen cezaları bizzat okumaya başladı.
Karâra göre; Mustafa Pehlivan, Mehmed Pehlivan, Cezâyirli
Mustafa Pehlivan, Fahri Bey, Ali Bey, Necib Bey, Dâmâd Mahmûd Paşa ve Nuri Paşa
idama; Seyyid Bey ve İzzet Bey on’ar sene hapse mahkûm edildiler. Mahmûd Paşa
ve Nûri Paşa hakkındaki karar ekseriyetle alındı. Temyiz yolu açık olmak
şartıyla sekiz günlük müddet tanındı. Celse tatil edildi. Mahkûmların hepsi çıkarıldı
ve Sürûrî Efendi çekildi. İkinci celseyi başkan olarak Hristo Forides açtı.
Cinayete ortak olduğu anlaşılan, fakat cezası tesbit edilmemiş olan Midhat Paşa
içeri alındı. Kendisini savunmak için söz verildi. Midhat Paşa ve avukatı
sözlerini bitirdikten sonra, hâkimler karar için çekildiler. Hristo Forides
tekrar celseyi açtığında, Midhat Paşa’nın ekseriyetin kararıyla îdâma mahkûm
edildiğini, temyiz yolunun açık olduğunu itiraz için sekiz gün mühlet
verildiğini açıkladı. Sultan Abdülazîz Han’ın katlinde dahli bulunanlardan
Hüseyin Avni ve Kayserili Ahmed Paşa mahkemeden önce öldükleri için haklarında
işlem yapılmadı.
Midhat Paşa, 6 Temmuz 1881 tarihli dilekçesi ile temyize
başvurdu. Kendisinin sultan Abdülazîz Han’ın öldürüldüğü odaya asla girmediğini,
esasen hakkında böyle bir iddia da bulunmadığını, bu sebeple 45. maddenin
kendisine uygulanamıyacağını, ayrıca o târihte nâzır (bakan) olduğu için
istinaf cinayet mahkemesinde yargılanamıyacağını, kendisi ve Rüşdî Paşa
hakkında dîvân-ı âlî kurularak muhakeme edilmelerinin anayasa hükmü olduğunu
bildirdi.
Bu îtirâz üzerine 8 Temmuz’da; reis Lebib Efendi’nin
başkanlığında ikinci reis Mustafa Hâşim Efendi (maarif nâzırı) ve âzâlar;
Mahmûd Mazhar, Hüseyin Rızâ, Ahmed Rauf, Osman Reşâd, Rüşdî, İkyadis ve Nikolaki
Yorgiadis efendilerden meydana gelen temyiz mahkemesi ceza dâiresi toplanarak,
Midhat Paşa’nın îtirâzını değerlendirdi. Taleplerinin reddine karar verdi.
Mahmûd ve Nûrî paşaların cezalarının hafifletilmesinin karârı ile temyiz ceza
dâiresinin tasdikine âid iki îlâm adliye nezâretine gönderildi. Adliye nâzırı
Ahmed Cevdet Paşa ve başvekil ünvânıyla sadrâzam olan Küçük Saîd Paşa de
ilâmları göndererek vükelâ hey’etinde (bakanlar kurulu) görüşülmesini istedi.
14 kişiden meydana gelen vükelâ hey’eti toplandı. Görüşmelerden sonra, kaleme
alınan mazbatada; sultan Abdülazîz Han’ın tahttan indirilmesinin devlet için
büyük felâketlere yol açtığı ve bütün felâketlerin kaynağının Abdülazîz Han’ın
hal’i olduğu belirtildi. Ayrıca mahkeme kararlarını değiştirmeye kendinde
selâhiyet ve lüzum da görmeyen vükelâ hey’eti, cezaların affı veya
hafifletilmesinin Kânûn-i esâsiye göre Pâdişâh’ın yetkisi dâhilinde olduğunu
belirtti.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han, mahkeme kararlarının şerîât
hükümleri bakımından incelenip, bir rapor hâlinde kendisine sunulmasını irâde
etti. 19 Temmuz 1881’de şeyhülislâm başkanlığında toplanan ulemâ meclisi; şer’î
bir sebeb olmaksızın halîfeyi hal’ ve katl ile, hazîne malını aralarında
paylaşarak yağma eden, İslâm ülkelerinin tahribine sebeb olan kimselerin,
halîfe tarafından katle kadar cezalandırılmalarının meşru olduğuna dâir bir
rapor düzenleyerek Pâdişâh’a sundu.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han nâzırlar dışında bir çok devlet
adamının katılmasıyla Yıldız Sarayı’nda bir fevkalâde hey’etin toplanmasını
istedi. Hey’ette başvekil Saîd Paşa da bulunacaktı. Bu hey’et mahkeme
kararlarının aynen tatbiki veya değiştirilmesi hakkında tek tek tekliflerini
Pâdişâh’a arz edecekti. 9 Temmuz günü Yıldız Sarayı’nda müzâkere başladı.
Hey’ete eski sadrâzamlardan Safvet Paşa başkan seçildi. Müzâkereler sonunda 25
kişilik hey’etten 15 kişi kararların aynen uygulanmasını, 10 kişi ise,
cezaların hafifletilmesini yâni idamların müebbed hapse çevrilmesini istedi.
14’ü mülkiye, 10’u asker, 1’i ilmiyeden olan bu 25 kişi ayrı ayrı birer kâğıda
kısaca, şahsî mütâlâalarını da el yazıları ile yazıp imzalayarak Pâdişâh’a
verdiler.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han, fevkalâde hey’et üyelerinin
mütâlâalarını tek tek inceledikten sonra, kendi yetkisine dayanarak îdâm
cezalarının hepsini müebbed hapse çevirdi. Böylece 9 îdâm hükümlüsü ve Yıldız
mahkemesinde hüküm yememekle beraber aynı statüde olan Manisa’daki Rüşdî Paşa
ile Medine’deki Hayrullah Efendi’nin cezaları müebbed hapis oldu. Mahkûm
olanların hepsi askerî ve sivil rütbelerini, nişanlarını ve madalyalarını
kaybediyorlardı. Mahkûmların on birinin de cezalarını Hicaz eyaletindeki yazlık
şehir olan Tâif’in kalesinde çekmeleri kararlaştırıldı. Medine’deki eski
şeyhülislâm Hayrullah Efendi de Taife gönderildi. Ömrünün son aylarını yaşayan
Rüşdî Paşa’nın malikânesinden çıkmamak şartıyle Manisa’daki çiftliğinde
yaşamasına müsâade edildi.
KAYNAKÇA:
1) Mir’ât-ı Hayret (Midhat Paşa, İstanbul-1925)
2) Hal’ler-İclâslar (Mehmed Memdûh Paşa,
İstanbul-1329)
3) Bir Hakîkatin Tezâhürü (Sir Henri Elliot, İstanbul
1946)
4) Üss-i İnkılâb (Ahmed Midhat Efendi)
5) Midhat Paşa ve Yıldız Mahkemesi (Uzunçarşılı,
Ankara-1967)
6) Bir Darbenin Anatomisi (Y. Öztuna)
7) Midhat ve Rüşdî Paşaların Tevkiflerine Dâir
Vesikalar (Uzunçarşılı-1988)
8) Eshâb-ı Kiram; sh. 284
9) Îzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-4, sh. 267
ConversionConversion EmoticonEmoticon